Müslüman-Türkü; Rumeli ve Anadolu'dan sürerek imha edebilmek için,Osmanlıyı,zayıflattılar.Kolunu,kanadını kırarak,parçaladılar... 1071'de Malazgirtle başlayan futuhat ve Vatanlaştırma ileri harekatları,1453 tarihinde Bizansın bertaraf ederek Kostantiniyanın,İstanbulluşturulmasıyla nihayete doğru ilerleyerek zirveleşti.
Türklerin Batıya doğru ilerleyerek Hırıstıyan dünyasını kuşatması Avrupalıları dehşete düşürdü ve tebdillerini şaşırtdı.İslam-Türk akınlarılarını durdurmak için yeni çare ve arayışlara girdiler ve çeşitli planlar kurdular.Batının"Doğu Meselesi" dedikleri şey işte bu planın adıdır.Müslüman-Türkleri parçalamak,yok etmek,kalanları da Asya içlerine ve bozkırlara sürerek Anadolu'dan uzaklaştırmak...Neticede emperyalist(İngiliz,Fransız,Rus)güçler 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picut antlaşmasıyla ülke topraklarını cetvelle küçük devletciklere bölerek kendi aralarında bölüşmüşler ve devasa İmparatorluğu tarihten silmişlerdir....
Oryantalistlerin Osmanlıyı Yıkma Projeleri
Batının Osmanlıyı yok etme projesi ve stratrjisi yalnız siyasi değil;ilmi,dini amaçlarda taşımaktadır.Oryantalistlerin cebhelerde yenemediği Müslüman-Türkü yok etmek için üç temel hedef ortaya koymuşlar.
1-Kur'an'ın hayatla bağını kopararak ,hurafalaştırarak,müslümanlar arasına tefrika ve mezhepselleştirerek birliği bozmak...Bölmek,parçalamak yoketmek...Sadece Kur'an'la yaşamak,hadisleri devre dışı bırakarak sünnetsiz bir din anlayışı ortaya koymak...
2-Osmanlıyı unutturmak.Sultan Fatih'ten başlayarak nerdeyse üç asır dünya nizamını kurmuş, korumuş,adaletle alemi yönetmiştir.Osmanlı'yı M.Akif Al-i İmran suresinin 110.Ayetine atıfta bulunarak kelâm-kibarıyla ulvi bir şekilde şiirleştirerek anlatmış,Müslüman Türk'ün şiarını inci mercan sözleriyle vecizeleştirmiştir:
"Siz insanların iyiliği için yaratılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.İyiliği emreder(yayar);kötülük ve çirkinlikleri yoketmeye çalışır ve Allah'a inanır,kulluğunuzu yaparsınız."
" Bir zamanlar bizde millet,hem nasıl ümmetmişiz,
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz,
Göster Allahım,bu millet kurtulur tek mu'cizenle,
Bir 'utanmak hissi' ver gâib hazinenden bize."diyerek ümmetin özelliklerini en bariz şekilde söze dökmüştür.Osmanlı mazlumları koruyarak,zulüm ve işkenceye geçit vermemiştir.II.Beyazıd döneminde İspanya'da soy kırıma uğrayan Yahudileri gemilerle taşıyarak ülkenin çeşitli bölgelerine iskan etmesi insanlık tarihinde görülmemiş nümune bir davranıştır.
3- İslâm düşüncesinin Gazâli'yle bittiği masalını yaymak.İctihat kapısının kapandığı yalanını uydurarak İslamın duraganlaştığını empoze ederek,özden uzaklaşıldığı savsatalarını yaymak.Tefrika sokarak birlik beraberliği bozarak milli birliği bitirmek...
4-Müslümanlar arasında Hz.Muhammedin konumunu,itibarını sarsmak... Kur'an ile Sünneti bir birinden ayırarak önce sünneti dolayısı ile Efendimizi,sonrasında da İslam'ı(Kur'an'ı)yok ederek dini ortadan kaldırarak İslam'ı kökünden yoketmek...Bu gün ülkemizde,bir yandan mealciler,o bir yandan da Peygamber'e(sav)gerek yok,bize Kur'an yeter diyenler,İslam'ı kökünden sarsmaktadır.Oysa ki sünnet olmadan vahyı anlamanın,anlamlandırmanın,yorumlamanın mümkünatı yoktur.Peygamberimizi ve 15 asırlık geleneği devre dışı bırakırsanız İslam'ı özünden uzaklaştırır,protestanlaştırarak hakikatini ortadan kaldırırsınız.
Kur'an asildir,sünnet (Efendimiz)usüldür.Usül olmadan vusül olmaz.Hz.Peygamber devre dışı bırakıldığında herkesin kendine münhasır bir din anlayışı ortaya cıkacak,tefrika ve hizipleşmeler yaygınlaşacak birlik,beraberlik tarumar olacak.Her şahsın din anlayışı farklılaşacak,ümmetin bağlılığı çözülerek farklı dindarlık şekilleri neşvünema edecek...Martin,Luter incili Almancaya çevirerek"İşte şimdi oldu"
diyerek incili anladığını ve yorumladığını söyler.Oysaki incili ve Tevratı sekülerleştirerek özünden ve hakikatin uzaklaştığıda bir gerçekliktir.
Oryantalist emperyalistler ilk üçünü başardılar. Son çeyrek asırdır,dördüncü projeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar adım adım. Batılılar, Hz. Peygamber'i (sav) deve dışı bırakmayı başardıklarında dinin kısa devre yapacağını kendi protestanIık tarihlerinden çok iyi biliyorlar. 0 yüzden Hz. Peygamber'in konumunu sarsmaya, bunun için de hadisleri tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Sonra,Büyük Kur'ân'a gelecek. Bu nedenle, peygamberimize saldırıyorlar. Tarihte karşılaştığımız en büyük saldırı bu! 0 yüzden müteyakkız olmak zorundayız.
Vahy'in Efendimiz'de Hayat Bulması, Hayat Olması ve Hayat Sunması
Peygamberimiz, İslâm'ım Kur'ân'ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden ama bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamber.Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki “kişisel tarihi”, İslâm'ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekanlarda nasıl anlaşılıp, idrak edilip hayata aktarılabileceğini “gösteren” bir “zaman dilimi” olduğu için, İslâm'ın “özü, özeti''dir. Hz.Muhammed risaleti döneminde vahyin nasıl anlaşılması gerektiğini bizzat kendi hayatında uygulayarak görtermiş,örnek şahsiyettir.
İşte bu nokta, İslâm'ı, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılmış diğer muharref dinlerden, dünya görüşlerinden ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar'a dinamizm kazandıran, dinamizmlerini devamlı canlı kılan İslâm'ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayatî noktalarından biridir.Tam bu noktada, Müslümanlara düşen şey, insan ve elçi olarak Peygamberimiz'le, Peygamberimiz'in “kişisel tarihi”yle özetlenen, örneklenen, İslâm'ın özüne, değişik zamanlarda ve mekanlarda bihakkın nüfûz ederek yeniden-hayata geçirmek ve yepyeni şekillerde hayatiyet kazandırmaktır. İslâm, aynı anda hem beşerî hem ilahî olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı ve şimdiyi, hem de ''öte''yi aynı anda meczeden, kucaklayan, ihata eden bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışıdır.
Bu hayat tasavvuru, en mükemmel şekilde Peygamberimiz tarafından hayata aklarılmıştır. Bu durum, bütün zamanlarda ve mekanlarda İslâm'ın insana, hayata, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere ilişkin olarak her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir duyarlığa sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli.
Bu nedenledir ki, bu, İslam'ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kâinâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslümanın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu yaşamasını önler. Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, “din” ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyayı, dünyayı tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamaz; öte yandan da bir Müslümanın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşır.
Dine, Zamanlar ve Mekânlar Üstü Özelliğini Peygamber Kazandırır.
Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in “kişisel tarihi” bize örneklik teşkil eder.
Peygamberimiz’in “kişisel tarihi”, İslâm'ın salt zamanlar ve mekanlar üstü bir veçheye değil, aynı zamanda zamansal ve mekansal bir veçheye sahip olduğunu da gösterir: Kur'ân'ın aynı zamanda, peyderpey, 23 yıllık bir zamana yayılarak vahyedilmesi, bu açıdan çok önemlidir. İşte bu, İslâm'ın fiilî durumlara uygulanması gereken bir mesajı ve niteliği olduğunu ortaya kayar. Bu süreçte Peygamberimiz, sadece Kur'ân'ı aktarmakla kalmaz; aynı zamanda gerek yaşadığı coğrafyada, gerekse komşu coğrafyalarda hâkim olan kültürlerle de ilişkiye geçerek İslâm'ın mesajını hayata geçirir.
İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. (Fetih-4)
Mü'min, imanın emniyet hissine büründüğü anda zorluğa katlanmaya ve zorluklara göğüs germeye başlar.
Allah'ın kula en güzel armağanı iman ile nimetlendirmesidir. En güzel yardımı da imanı iman ile pekiştirmesidir. Birinci iman sözlü, ikincisi özlü. Birinci iman emniyet, ikincisi temin. Birinci iman kaçış, ikincisi kavrayış... (Bu silsile uzar gider)
Nisa suresinde "Ey iman edenler iman edin" emri vardır; aşikar bir şekilde aksiyona geçmemiş imanın sahibiyle aksaklığa uğrayacağını, ancak ikinci bir iman ile kalbî aksaklığa sed olacağını bildirir. Peygamber efendimiz (sav) ve ashabı ikinci kez iman etmekle bizden önde ve bize örnektir.
Hayat mücadelesini yaşamak mücahedesine dönüştürenler öncüler sınıfında. Onlar da ikinci kez iman etmekle yolda öncü olmanın emniyetindeler ve yol onlarla emniyettedir.
Kim ikinci kez iman etmekle zarara uğrar ki!
İkinci iman kalpte yatan birinci imanı aksiyona geçirecek.
Artık yaşamak imanın ikrâr bulmuş halinde kararlı adımlarla yürümek olacak...
Bugün dünden hiç uzak değil..
Hz. Musa kavmine şehri işaret eder ve oraya girmelerini söyler. Bunun karşılığında kavim " ey Musa orada zorba ve haydut bir kavim vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada duracağini dediler.
Ancak Allah Azze ve Celle dilediğinde delilini küfrün ve zulmün içinden tecelli edeceği gibi zulüm ile küfür arasında ruhu sıkışmış ama inancına adanmayı bilmiş bir azınlık ile de tecelli ettirir. " içlerinden Allah'ın nimet verip korkuyu kalplerinden aldığı iki kişi ey kavim! Oraya girerseniz galip olacak sizlersiniz. İman edenlerdenseniz Allah'a tevekkül edin."derler. (Maide suresi, 21 22 23 ayetler)
Sahabe âlimlerinden İbn Abbas hazretleri buyuruyor ki:
> “(Allah’tan kork) denilen kimsenin, (Sen işine bak, ben ne yapılacağını bilirim) demesi çok kötüdür. Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: ‘Allah’tan kork’ denilen kimse, cahillik gururuna kapılarak günah işlerse, artık ona Cehennem kâfidir.’” (Bakara, 206)
Hazret-i Ömer’e “Allah’tan kork” denildiğinde, “Ömer kim oluyor da hâşâ Allah’tan korkmasın!” diyerek mübarek sakalını ve yüzünü toprağa sürer, gözyaşları dökerek feryat ederdi.
> “Muhakkak ki Allah katında en sevilmeyen söz ve davranış, bir kişinin bir diğerine ‘Allah’tan kork’ dediğinde, onun ‘Sen kendi işine bak’ diye cevap vermesidir.”
(Nesâî, Silsiletü’s-Sahîha, 2939)
İnanan insan, ağzından çıkan söze ve cümleye dikkat etmelidir. Zira bir kelam veya davranış kişiyi şirke sürükleyebilir. Akiller, “Bin düşün, bir konuş.” veya “Söz gümüşse, sükût altındır.” diyerek ağızdan çıkan sözün önemini hatırlatmışlardır .
Miskin Yunus da:
> “Söz ola kgese savaşı,
Söz ola kestire başı."
söylemiyle, insanın hayat bulacağını yahut hayatından olacağını belirterek,ağzından çıkan söze dikkat edilmesinin lüzumunu hatırlatır.
Atalarımız da, “Büyük lokmayı yut ama büyük söz söyleme.” darb-ı meseliyle kişinin yüksekten konuşmasının başına dert açabileceğini belirterek dikkat çekmişlerdir.
Günümüzde Gazze-Siyonizm merkezli en çok dillendirilen argüman; Siyonizmin, “çok etkin küresel bir güç” potansiyeline sahip olduğudur.
Bu yaklaşıma katılmıyorum. Asıl problem; daha düne kadar İslam medeniyetinin temsilciliğini yapan milletlerin; “ümmet” çatısı altında olmasına rağmen, Osmanlı sonrası “ulus-devlet” politikasını benimsemeleridir.
Başka bir tabirle kültür mozayığının, ırkın, rengin ve dilin farklılığını ümmet potasında eriten ve yekvücud olmayı,"Mü'minler kardeştirler."ayet'ne bağlayan Kur’an ve sünnet temelli Medeniyet şemsiyesi'nin etkinliğini kaybetmesidir.
Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle"Ümmet-i İslam"dağılararak küçük devletciklere bölünen İslam alemi edilgen bir yapıya dönüşerek fonksiyonunu kaybetmiştir.Lidersiz kalarak savrulan müslümanlar iki asırdan beri kendisini bulamamış...Zamanımız da nerede müslüman yaşıyorsa,sefalet içinde,zulüm ve işkence altında yaşam mücadelesi veriyorlar.Yakın coğrafyamızda yaşayan Araplar,Miammar,Bengaldaş,Keşmir,Türkistan,Filistin-Gazze ve diğer bölgelerdeki müslümanlar zaruret, yokluk ve kıtlıkla yaşamaya çalışırken, diğer yandanda; soykırım, anarşi,zulüm,işkence,sefalet içinde hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.
Asıl soru şudur: "Kardeşlik ruhu" nasıl tekrar kazanılabilir?
Daha düne kadar İslâm’ın çocuklarının “ümmet damarı”nda gezinen, hayatın şah damarını aktif ve diri tutan kardeşlik ruhu… Gözünü kırpmadan "meydan"larda yiğitlik gösteren, gerektiğinde şehadete yürüten… Damarlarında, “ben de İslâm’ın çocuğum"dedirten o ruh: İslâm'ın,sünnetin ruhudur.
MÜSLÜMAN VE ÇAĞIN
İNŞASI
Müslüman; çağın gözüyle çağına bakmaz, bakamaz. O, İslâm’ın özüne ve ruhuna uygun şekilde yaşadığı zamanı, mekânı ve çevreyi düzenleyerek ilahî emirleri yaşamalı ve yaşatmalıdır.
İnanmış, adanmış insan; yaşadığı çağı derinliğine ve genişliğine tanıyarak, ona vakıf olmalı; zamanın ağlarından, bağlarından ve bağlamlarından sıyrılmalıdır. Kendi çağının çağrısını yaparak çağını kurmalı, korumalı ve ona göre yaşamalı, yaşatmalı; hayat olmalı ve hayat sunmalıdır.
Kurulacak yeni çağın ve özel çağdaşlaşmanın merkezinde Vahiy ve Nebi olmalıdır. Müslüman; hayatını, aile düzenini, sosyal ve toplumsal davranışlarını, özel ve tüzel kurum ve kuruluşlarını ilahî fermana uygun biçimde inşa etmeli ve fiiliyata geçirmelidir. İnanç ve akidesiyle, gelenek ve göreneğiyle, fıtratının gereğini yerine getirmelidir.
Bir milletin kültür ve medeniyetinin yaşaması ve devam edebilmesinin ana unsuru; öz ve kök değerlerine bağlı kalan, inançlarını koruyan, millî değerlerini muhafaza eden; ilim ve irfan sahibi, çalışkan, görev bilinci yüksek, imanlı, ahlâklı, faziletli, yeniliklere açık, teknoloji ve dijital çağı takip edebilen, çözüm üretebilen, vefakâr, cefakâr ve azimli gençlerdir — yani alplerdir.
Bilmenin ötesinde, bulma ve olma yolunda sefere çıkarak; nefsine itaat eden değil, nefsine itaat ettiren, güdülen değil güden, edilgen değil etken olarak yaşayan, yaşatan; irfan sahibi, hikmet ehli, himmet eri olma yolculuğunda ilerlemek…
Yol almak, yol bulmak, yol olmak...
Çünkü bilmek değil; bulmak ya da olmak insanı kurtarır.
Meselenin özü, ermek veya olmaktır.
Fiiliyata geçmeyen, yaşanmayan, uyulmayan teorik bilginin insana faydası olmadığı gibi zararı çoktur.
İnsanın:
Başkasını bilmesi “İlim”dir.
Kendini bilmesi “İrfan”dır.
Bilmediğini bilmesi “Olmak”tır. Bu da “Hikmet”tir.
Sokrates, idam edilmek üzere götürülürken biri ona şöyle sorar:
> “Ey ulu filozof! Hayatta ne öğrendin, ne biliyorsun?”
Sokrates şu cevabı verir:
> “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimi bilmektir.”
Bu âleme gönderilen insan imtihan hâlindedir.
Bütün mesele; insanın kendisini tanıması, nereden geldiğini, niçin gönderildiğini, görevini ve nereye gideceğini bilmesidir.
İnfitar Suresi 6-8. ayetlerde ifade edildiği üzere:
> “Ey insan! Seni yaratıp şekillendiren ve seni ölçülü kılan Rabbine karşı seni aldatan nedir?”
“Kendini bilen, Rabbini bilir.” kavramı; insanın acizliğini bilmesi, yetersizliğini hissetmesi, eksikliğini anlayarak yüce bir güce dayanıp teslim olmasıdır. İşte bu, kendini bilmektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de
> “Yaşamadığım ilimden sana sığınırım.”
buyurarak, amel edilmeyen bilgiden Allah’a sığınmıştır
Anadolu’da İlim ve Cehaletin Işığı
> “İlim güneşi Arap âleminin ufkunda doğdu; ancak Acem ülkesinin merkezinde en yükseğe ulaştı. Anadolu’ya gelen ilim güneşi ise, geleneklerin çokluğundan dolayı batmaya yüz tuttu. O elem yurdunda ilmin varlığı nursuz, ışıksız kaldı. Kederin hâkim olduğu öyle bir an gelir ki, o ilim güneşi birden kaybolur. Anadolu cehaletin karanlığına gömülürse, yeryüzünün her tarafını Mehmet karanlık sarar; yer ve gök zulmet içinde kalır.”
(Kâtib Çelebi, Künhü’l-Ahbâr, s. 113)
Sonuç:Diriliş Vakti...Ey İslam Ümmeti Ayağa Kalk!
Bugün Doğu Meselesi,sadece bir jeopolitik bir mesele değildir.Bu Müslüman Türk'ün dirilişini,hayat bulmasını,hayat olmasını, hayat sunmasını,tarih yapma gücüne kavuşmasını engelleme meselesidir.
Oryantalist akıl,Osmanlı'yı tarihten silerek sadece devleti değil,İslamın medeniyet ruhunuda kökünden kazımayı denemiştir.
Osmanlı bilfiil yıkılmıştır,ancak bilkuvve yaşıyor.Medeniyet ruhu hala diridir. Çünkü o ruh, vahyin ve sünnetin nefesiyle varlığını sürdürmekte,hayat sunmaya devam etmektedir.
Mesele yeniden ikinci kez iman etmek,ümmet şuuruna kavuşmak,şümullu bir medeniyet tasavvuru inşa etmektir.Medeniyet tasavvuru olmadan eğitim ve kültür sistemi de kurulamaz.
İslam aleminin geleceği; kendi değerleri üzerine yeniden medeniyet bina ederek birliğini sağlamak ve ümmet şuuruyla şuurlanmaktadır.
"... Hakiki ilmi bilseydiniz, hakikat için sesiniz kısılıncaya kadar çığlık atar,hakikati yayar,takatınız kesilinceye kadar secde ederdiniz."(Hilyetü'l-Evliya, c. 1)buyuran Abdullah b. Amr b.As(rh.a.)mü'minin kendi hakıkatini inşa etmesinin önemine dikkat çeker.Değerleri üzerine yaşayanları İlahi iradenin yücelteceğini,alemlerde saadet içinde yaşamlarını sürdüreceğini müjdeler.
Birlik,dirlik,dirilik,Hak ve hakikat yolunda ilerlemek,bulmak,buluşmak umuduyla...
ALLAHU VELİYYÜDTEVFİK Nİ'-MEL MEVLÂ VE Nİ'-MEL REFİK/Muvaffakiyet ancak Allah'tandır. O en iyi dost,en güçlü yardımcıdır.
Fİ EMANİLLAH ALEYKE AVNULLAH/Allahımız Yardımcımız ola,emanetimiz Allah'a.