“Ey Resûlüm! Sana uyan mü’minlere içtenlikle kol kanat ger ve koru.” (Şuara, 215)
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size birbirinizi seveceğiniz bir yol göstereyim mi? Aranızda "Selâmı"yayınız.” (Müslim, İman, 93-94)
NÜBÜVVETİN REHBERLİĞİNDE;İTİKADIN ÖNEMİ
Âlemlerin yaratılmasına vesile olan O Resûl ki; doğumuyla birlikte yeryüzü nurlanmış, temizlenmiş, huzura ve hakikat yoluna yönelmiştir.Risalet görevinin verilmesinden sonra;İnancın, itikadın, ahlakın, faziletin, adaletin, insan haklarının yok olduğu cahiliye dönemi insanlarının inanç ve itikad'larının düzeltilmesine önem vermiştir.Erkam’ın medresesinde öncelikli olarak,öncü ve önder sahabe'ler sağlam bir iman ve inanç eğitimine tabi tutulmuş,gönül ve kalpler Yaradan'ın sevgi ve muhabbetine mekan olması için eğitilerek,şirk ve şeytan kovulmuş;İslam,Kur'an,Peygamber Efendimiz, sadırları kuşatmışlardır.
İtikadı ve inancı olmayan, değerlerini yitirmiş, vahşet içinde yaşayan bir şahsı eğitmenin yolu; öncelikle ona iman esaslarını ve inancın önemini anlatarak başlayan Resûlullah, sahabe gibi kutlu bir cemaat oluşturarak,gelecekte alemleri kucaklayacak ve kurtaracak olan feyizli ümmetin(Muhammed ümmetinin) temellerini atarak,tebliğ ve irşad görevini arralıksız,insan üstü bir gayretle sürdürmüştür.Ebu Cehil'in evine giderek yirmi dört defa İslam'a davet etmesi ve her defasında iman etmemesine rağmen davetini sürdürmesi insan üstü bir gayret değilde ya nedir?
Akaid, “düğümlenmek” manasındaki akd kökünden türemiş olan akide kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türetilen ve iman ile eş anlamlı olarak kullanılan itikad ise “düğüm atmışçasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek” demektir. Akide, “gönülden bağlanılan şey” anlamını taşımaktadır. Terim olarak da “inanılması zaruri ilke” yani imanın esası manasına gelmektedir.
Akaid, “İslam dininin temel kaide ve kurallarından inanılması zaruri olan hükümlerine inanmak, iman etmektir.”
İLAHİ DİNLERDE AKİDE
İslam inancına göre, ilahi dinlerin akide esasları aslında vahye dayalıdır ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar değişikliğe uğramamıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği akaidin temelini tevhid inancı oluşturmaktadır. Ancak zaman içinde tevhid inancından sapmalar olmuş, sapkın insanların müdahaleleriyle İslam öncesi ilahi dinlerin (Zebur, Tevrat, İncil) akidelerinde bazı tahrifatlar meydana gelmiştir.
Kur’an’da Hz. Muhammed’e gönderilen vahyin önceki Peygamberlerinkine benzer olduğu ve ona vahyedilen kitabın önceki ilahi kitapları tasdik ettiği ifade edilir. Kur’an’da, İslam akidesinin üç ana konusunu (usûl-i selâse) teşkil eden ulûhiyyet, nübüvvet ve ahiret esaslarının geçmiş ilahi dinlerde de mevcut olduğu belirtilir. Vahyin ve nübüvvetin bulunduğu yerde meleklerin ve kitapların da bulunacağında şüphe yoktur. İmanın altı şartı da bir bütünlük arz etmektedir.
İslam akaidini oluşturan esaslar Kur’an’da ve hadislerde hiçbir yoruma gerek duyulmayacak şekilde açık ve seçik olarak yer almıştır. Kur’an’da Allah’a, peygamberlerine, kitaplarına, meleklere, ahiret gününe, kaza ve kadere iman konusuna temas eden ayetler mevcuttur. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün dinlerin tamamının ismi “İSLAM”dır.Ed-din'dir.
PEYGAMBERLERİN GÖNDERİLİŞİNDEKİ HİKMETLER
Kitaplar ve peygamberler, gönderildiği toplumların o günkü yaşam ve medeniyetlerine meydan okuyacak bir düşünce ve üslupla gönderilmiştir.Nebilerin görevleri gelen vahyi insanlara tebliğ,tebyin,temsil ve teşyi ederek İman etmelerini sağlıyarak ilahi nizamı yeryüzünde yaymaktır.Müjdeleme-korkutma yöntemlerini kullanarak edep ve ahlaklı,hak-hukuk'a uygun yaşayan,"Üsve-i Hasene"olan Peygamberleri model alan,yaratılış fıtratına uygun yaşayan toplumsal dokuyu oluşturmaktır.Hz.Adem'le birlikte gönderilmeye başlayan vahiy,insanlar tarfından tahrif edilince,çağın gereklerine uygun olarak yenilenerek yeni bir elçiyle insanlığı hidayete kavuşturacak ilahi emirler gönderilmiştir.Gelen vahiy ve Peygamber'ler adem'oğlunu Hakka ve hakikate davet ederek ilahı rızayı kazanmaya yönlendirmişlerdir.Kur'anda ismi geçen 28 Peygamber olmasına rağmen,çeşitli riyetlere göre;24 bin,124 bin,veya 224 bin Nebi ve Resul rehber olarak insanlığa gönderildiği bildirilmektedir.
Hz. Musa (as): Firavun’un halkı sihir konusunda mahir oldukları için Hz. Musa, sihirbazların sihirlerini boşa çıkaracak, onların teveccühünü kazanarak iman etmelerine vesile olacak bir ilahi güçle gönderilmiştir."Ülül-Azm"peygamber'lerdendir.İsrail'oğullarının ağır zulümlerine uğramıştır.Allahın inayetiyle mucize gösterek asasıyla kızıl denizi yararak kavmini kurtarmış,Firavun ordusuyla onu takib ederken boğulmuştur.
Hz. İsa'nın (as): gönderildiği dönemde halk arasında tıp ve tebabet ilmi ileri derecede uygulanıyordu. İyileştiremedikleri hastalık neredeyse yok gibiydi. Bundan dolayı Hz. İsa’ya bir çok mucizeler verilerek toplum üzerinde ilahi bir rehber, güçlü bir peygamber olduğunun delilleriyle gönderilmiştir.
Hz.İsa Davud'un(as)soyundan gelmektedir.Hz.Meryem'in dünya tarihinin sıfır noktası olan Milad'ta Kudüs'te Allah'ın hidayetiyle babasız olarak dünyaya getirdiği,İsrail'oğullarına ğönderilen sonuncu Peygamberdir.Öyle Allah'ın elçilerine zulümde bulunmuşlarki diger hiçbir millette eşi ve benzeri görülmemiştir.Yüzlerce Peygamberi sadece Hakka davet ettiklerinden dolayı zulüm ve işkenceyle öldürmüşlerdir. Zekeriye(as)şerlerinden korunmak için ağacın kovuğuna sığınmış olmasına rağmen,testere ile ağaçla birlikte biçerek şehit etmişler,daha nice peygamberide,yalnız Allah'ın emirlerine uymaya davet ettiği için hunharca katlederek isyankarlardan olmuşlardır.Hz.İsa'yı da çarmaha gererek zalimce öldürecekleri sırada yerini asilere haber veren havarilerinden Yahuda'yı O(İsa)zannederek zulüm ve işkenceyle öldürmüşlerdir.Rabbi Hz.İsa'yı kendi katına alarak korumuştur.Etrafında müminlerin toplandığı bir gün:
"Ahir zaman da alemleri şereflendirecek Peygamberin ismi gökte Ahmet,yerde Muhammed(as)dır." diye müjdeleyince etrafındakiler:
"Ey Ahmed-i Muhammed;dünya'yı zulüm karanlığından kurtarmak için çabuk gel,insanlık alemini nurlandır."diye niyazda bulunmuşlardır.
Hz.İsa'ya(as) Rabbi tarafından bir çok mucizeler verilerek,dünya'ya teşrif ettirilmiştir.Baba'sız doğması,beşikte iken konuşarak anasını savunarak temize çıkarması,çamurdan yaptıgı put şeklindeki kuşların canlanması,anadan doğma kör olanın gözünü açması,alaca hastalarını iyileştirmesi,ölüleri diriltmesi,kavminin evlerinde yediklerini ve biriktirdiklerini haber vermesi,gökten sofra indirmesi,göğe yükseltilmesi gibi mucilerle göderilen,marangoz'luk yaparak geçimini sağlayan hikmet sahibi "Ülül-Azm"peygamberler dendir.Kendisine"Ruhullah"denilmesi bir tekrim(saygı,ululama,büyüklük)ifadesi olmakla birlikte,Allah'ın,Hz.Adem'i(as)yarattığı gibi,O'nuda ruhundan üfleyerek yaratması sebebiyledir.Hz.İsa(as),babası olmadan Allah'ın "ol kelimesi" ile yaratıldığı için de "Allah'ın kelimesi-Sözü"anlamında "Kelimetullah"şeklinde de anılmıştır.
"Ülül-Azm"Peygamberler;Hz.Nuh,Hz.İbrahim,Hz.Musa,Hz.İsa ve Hz.Muhammed'dir(sav). Bu Peygamberlere "Ülül-Azm" ünvanın verilme sebebi ise;gönderildikleri toplumların şiddetli baskı ve zulümlerine karşı akıl almaz,öz verili,büyük mücadeleler verdikleri için bu isimle anılmışlardır(Azhap,7)
Hz. Muhammed (sav): Hz. Muhammed’in Resûl olarak gönderildiği Araplar arasında şiir sanatı ve belagat ön plandaydı. Panayırlar kurarak Muallakât-ı Seb‘a isminde şiirsel yarışmalar düzenliyorlardı. Aynı zamanda seçilen şiirleri Kâbe’nin duvarlarına asıyorlardı. Şairler, az sözle çok manaya gelen özlü eserler üretiyorlardı. Edebiyatta gelişmiş eserler yazmışlardı. Cahiliye’nin tanınmış şairi “İmruülkays b. Hucr”dur.Cahiliye döneminin ünlü şairlerinden Lebid b. Rabia'da sonradan Müslüman olmuş, İslam ve Peygamberimiz hakkında pekçok şiirler söyleyerek övgüde bulunmuştur.
CEVÂMİU’L-KELİM: HZ. MUHAMMED (SAV)
Hz. Peygamber, diğer peygamberlerden farklı olarak sadece kendisine verilen özellikleri saydığı bir hadiste:
“Ben Cevâmiu’l-Kelim ile gönderildim.” (Buhârî, Cihâd, 122)
“Bana Cevâmiu’l-Kelim verildi.” (Müslim, Mesâcid, 5, 7-8) buyurmuştur.
Bazı âlimler, hadisin bir rivayetindeki “gönderildim” ifadesini dikkate alarak Cevâmiu’l-Kelim’in Kur’an olduğunu, diğer bazıları ise Kur’an ve hadisin birlikte kastkastedildiğinisöylemişlerdir. İbn Şihâb ez-Zuhrî ve arkadaşları ise hadis olarak kabul etmişlerdir.
Peygamberimiz (sav), kendisine verilen fesahat ve belagat sayesinde manaların derinliğine kolaylıkla nüfuz edebilmekte, önceki ilahi kitaplardaki uzun bahisleri ve kendisine ilham edilen konuları hikmetli sözlerle özetle ortaya koyabilmekteydi. Zira O’nun sözleri, vahyin nuru ile aydınlanan bir gönülden kaynaklanmakta; bu husus sözlerinin zengin muhtevasından da anlaşılmaktadır.
Mesela, “Ameller niyetlere göredir.” hadisini İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî gibi muhaddislerden bazıları İslamiyet’in üçte birinin, bir kısmı da dörtte birinin özeti niteliğinde kabul etmiştir.
Cevâmiu’l-Kelim niteliğine sahip bazı hadisler şunlardır:
“Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli olmayana sarıl.” (Buhârî, Büyû‘, 3)
“Sizden biriniz kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhârî, Îmân,7)
“Dünyaya iltifat etme ki Allah seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd, 1)
“Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol.” (Müslim, Îmân, 62)
Abdullah b. Mes‘ûd, namaz kılarken tahiyyâta oturulduğunda ne okuyacaklarını bilmediklerini, bunun üzerine Hz. Muhammed’in kendilerine Cevâmiu’l-Kelim olan “Tahiyyât” duasını öğrettiğini söylemektedir.
Mutasavvıflar, Hz. Peygamber’e verilen Cevâmiu’l-Kelimi farklı şekillerde yorumlamışlardır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Allah’ın bütün isimleri Hz. Âdem’e öğretmesinden bahsederken Hz. Âdem’in eşyanın sadece isimlerini bildiğini; Hz. Muhammed’in ise eşyanın ismiyle birlikte manalarına da vakıf olduğunu belirtir. Hz. Muhammed’e “Hakikat-ı Muhammediyye” verildiğinden, onun şahsında bütün kelimeler ve manalar toplanmıştır. “Bana Cevâmiu’l-Kelim verildi.” sözüyle işaret edilen husus budur. O’na ayrıca “Kelime-i Muhammediyye” ve “Hakikat-ı Muhammediyye” de denir. Bu hakikati elde eden her ârif de Cevâmiu’l-Kelim sahibi olabilir. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Efendimiz’e vahyedilen hükümlerin kıyamete kadar geçerli olduğu ayet ve hadislerde açık bir şekilde izah edilmektedir. Kur’an ve hadisler her asrın gerektiği ölçüde manaya cevaz vermektedir. İslam’ın ibadet ve taatleri, ahlaki ve adalet esasları, içtimai konuları ve bütünüyle kaide ve kuralları modası geçmeyen ilahi hükümlerdir. Her Müslüman, ilahi emirleri fıtratının gereği olarak yerine getirmek ve yaşamını İslam’a göre tanzim etmekle mükelleftir.
Efendimiz’in (sav) Erkam’ın evinde eğitim-öğretime başladığı bu altın nesle verdiği şahsiyet ve kişilik eğitiminin üç temel basamaktan oluştuğunu görüyoruz:
1. SAĞLAM BİR AKİDE ve İNANÇ EĞİTİMİ
Resûlullah, Erkam’ın evindeki ilk talebelerine iman ve inanç esaslarına dair duru ve saf bir tevhid düşüncesini öğretiyordu. Kelime-i Tevhid’in anlamına, muhtevasına ve etkisine dair bilinmesi gereken her şeyi zihin dünyalarına nakşediyordu. Talebeler sağlam bir inanca ve itikada sahip olarak, işin temelini ve özünü en yetkin elçiden, en güzel şekilde öğreniyorlardı. İşin başı ve temeli olan tevhid, çekirdek kadroya hem teori hem pratik olarak öğretiliyordu.
Alak Suresi’nin ilk beş ayetinde görüldüğü gibi, daha işin başında Allah’ın insan ile konuşmaya başlar başlamaz “Rab” ismini ve sıfatını kullanması boşuna değildir. Sağlam bir itikadın muhatap zihinlerde oluşmasının en temel şartı buydu. İkinci vahyin Kalem Suresi’nin ilk ayetleri olduğunu kabul edersek, yine orada da aynı isim ve sıfatlara rastlamaktayız. Kur’an’ın 974 kez “Rab” ismini kullanması ve bunun büyük kısmının Mekki ayetler içinde geçmesi tesadüfi değildir. Rab isminin öne alınışı ve vahiy içinde çokça yer almasının birçok hikmeti ve muhataplara verilmek ve istenen önemli mesajları vardır.
O halde şu soruları sorabiliriz:
Neden başka bir isim ya da sıfat değil de özellikle Rab ismi kullanılmıştır?
Rabb’ın kullanılmasıyla nasıl bir mesaj verilmek istenmiştir?
Sorulara şöyle cevap verilebilir: “Sadece tevhid inancını ve bilincini iyice yerleştirmek için.”
Aslında Rab ismi, tevhidin dört önemli alanını muhatap olan zihinlerde inşa ediyordu. Bunlar:
a) Allah (cc) Mutlak Müdebbirdir
O, tüm işlerin ve âlemlerin yegâne düzenleyicisidir. Bu mesajıyla Allah, her şeyin gerçek ve tek mâliki olduğu gerçeğini zihinlere nakşetmek istemiştir. Yer ve gökte ne varsa O’nun tasarrufundadır. Ne müşrik aklın ne de seküler aklın öngördüğü parçacı yaklaşımlar kabul edilemez. Yegâne Mâlik O’dur.
b) Allah (cc) Mutlak Hâkimdir
Kur’an, vahyin başında Allah’ın Rab ismini ön plana çıkararak tarihte en fazla istismar edilen alanın Allah’ın ulûhiyyeti (yaratması) değil, rubûbiyeti (yarattıklarını idare etmesi, ihtiyaçlarını gidermesi, kulluk beklemesi)olduğunu hatırlatmıştır.
İnsanlık tarihinde Allah’ın yaratma konusunda şüphe olmamasına rağmen, haddi aşan sapkınlar rubûbiyet konusunda istismar yapmışlardır. Mekke toplumu da yaratıcıya inanıyordu. Ancak kulluk konusunda putlara ve başka güçlere tapıyor, Allah’ın hükümranlığını kabul etmiyorlardı. Oysa yaratan, mükemmel şekilde var ettiği insandan kulluk bekliyordu.
Kutsi bir kelamda:
“Gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim. Bilinmek için de kâinatı ve onun için de varlıkları yarattım. Varlık âleminden de insanı kendime yeryüzünün halifesi kıldım.” (Aclûnî, II, 132)
Allah, Zâriyât Suresi 56-58. ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan beni doyurmalarını istemiyorum. Rızıklarınnı veren Benim. Gücüm her şeye kâdirdir.”
Buna rağmen cahiliye insanları Mekke’yi sahte tanrılarla doldurmuş, onlardan yardım umarak Yaratan’ı terk etmişlerdi. Bu nedenle Allah, vahyin ilklerinde Rab ismini gündemde tutarak bu yanlışın oluşmasına izin vermemiştir.
c) Allah (cc) Mutlak Mürebbi’dir
İslam âlimi Râgıb el-İsfahânî’nin de belirttiği gibi:
“Rabbin asıl anlamı terbiye etmektir.”
Bu anlamıyla Rab ismi, muhataplara şu mesajı vermekteydi:
“Allah’sız hiçbir anın olmamalı. Her an O’nun zimmetinde olduğunun farkında olmalı, O’na teslim olarak O’nun terbiyesiyle terbiyelenmelisin.”
Bu sebeple Efendimiz (sav), kendisini terbiye edenin Allah olduğunu şöyle duyurmuştur:
“Beni Rabbim terbiye etti ve en güzel şekilde edeplendirdi.”
Peygamberimiz (sav), bu sözüyle insanlara şunu işaret ediyordu:
“Ben nasıl O’nu tek mürebbi olarak kabul edip O’na teslim olduysam, siz de aynısını yaparak terbiye ve edebinizi O’nun istediği gibi düzenleyin.”
d) Allah (cc) Mutlak Karîb’tir.
Rab ismi, insanları uzak bir Allah inancından yakın bir Allah inancına ulaştırmak istemektedir. Cahiliye insanları “Allah yaratandır” diyorlar, fakat kulluğu putlara ve başka tanrılara yaparak işlevsiz bir Allah inancına sahiptiler.
Rab ismiyle, yaratan, rızıklandıran, kulluk bekleyen, hükümranlığını paylaşmayan, hesaba çekecek olan, mükâfatlandıran, cezalandıran ve insana şah damarından daha yakın olan Allah inancı vurgulanmıştır.
MEKKÎ AYETLERDE İTİKAD,İNANÇ ve AHİRET
Erkam’ın evinin öğrencileri, sağlam bir inanç ve itikada sahip olabilmek için Allah’ın (cc) Rab isminin özünü ömlarının içselleştiriyorlardı. Mekkî ayetlerde ağırlıklı olarak itikadi konular açık şekilde izah edilerek mü’minlerin inanç ve imanlarının kuvvetlenmesine önem veriliyordu.
Aynı zamanda Kur’an’ın temel konularından biri olan ahirete (me‘ad) dair önemli açıklamalar yapılarak, inananlar uhreviyata hazırlanıyordu. Kıyametin nasıl kopacağı, o dehşetli günün manzaraları, kurulacak mizan (hesap günü), mahkemelerden sonra iman ehlinin mükâfatları, küfür ehlinin cezaları, cennet ve cehennem vurguları insanı derinden sarsacak ve şekilde anlatılıyordu.
Bu dönemde nazil olan ayetler:
Nübüvvet’in hakikatini,
Elçilerin seçilip görevlendirilmesini,
Onlara inanmanın imanın temel konusu olduğunu,
Meleklerin ve cinlerin varlığının hak olduğunu,
Bunların görev ve sorumluluklarının neler olduğunu on
açıklayan pek çok mesaj içermekteydi.
Vahye göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği akidenin temeli tevhid inancıdır. Kur’an’da İslam olarak adlandırılan bu inancın omurgasını tevhid, nübüvvet ve ahiret inancı oluşturmaktadır.ilahi dinlerin temel gayesi;İnsan'ın kendini bilmesi,Yaratıcıyı tanıması ve kullukta bulunması,salih ameller işlemesi,iyiliği yayması,götülüklerdenn uzaklaşması ve uzaklaştırması,hesap gününe inanarak ona göre yaşaması,bu alemin geçici olduğunu idrak ederek dünyavileşmeden fıtratının gereğini yerine getirmesidir.
MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİ
İslam’ın, Kur’an’ın, ilahi emirlerin ve hadislerin özüne vakıf olmadan fikir üretmek veya savunmak imkânsızdır. Müslüman; kendini yetiştiren, çağın ağlarından ve bağlarından kurtulmuş, inanmış ve adanmış olarak yaşatma idealinde olan, hayat olan, hayat bulan, hayat sunan olgun/kâmil insandır.
İslam ülkelerindeki zulüm ve işkencelerin, soykırımların, açlık ve kıtlıkların sona ermesi;zalimlerin idaresinden ve yönetimlerinden kurtulmanın,izzet ve şerefini korumanın yolu bilinçli,inanmış,adanmış ümmet(Muhammed ümmeti) olmaktan geçmektedir. Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde kardeşce yaşayabilse,güçlenecek ve kuvvetlenecektir.Vecizeleştirilen darb-ı meselde:
"Aile fertlerini birleştir,köye karşı koy,köy'ünün halkını biraraya getir devlete karşı koy,devlet'inin halkını birleştir dünya'ya karşı koy."diyerek birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekilmektedir.
Hak ve hakikat yolunda ahlaklı, adaletli,faziletli,ferasetli,cesaretli,kemalatlı inananlardan olmak dua'sıyla...