"Gençliğini 'İHMAL' edenler, Geleceklerini 'İMHA' ederler."

"...ilim helal ve haramın göstergesidir.Cennet ehlinin ışığıdır,feneridir.Korku anında sığınak ve tesellidir.İlim gurbette dostdur.Geçmiş ve gelecelke tanış olmaktır.Yalnızlıkta sohbet arkadışıdır.Mutluluk-mutsuzlukta,varlık-yoklukta,yol göstericidir.İlim düşmana karşı silah-teçhizat'tır.Kamil insanlara karşı sevgidir,muhabbettir.Bilgi güçtür,güç iktidardır."(Muaz b.Cebel'in vecizeleridir.Hilyetü'l-Evliya,c,1'de geçmektedir)


Eğitimin amacı, insanları eğitmekle birlikte onları hakikate, özgürlüğe ve kendini keşfetmeye, kendini bulmaya yönlendirmekdir. Zamanımızda uygulanan eğitim modelinde ise talebeler, içeriksiz, yetersiz bilgilerle dolduruluyor; eleştirel gücünü yitiriyor ve sadece "verilen bilgiyle yetinen"papağanlaşan şahıslara dönüşerek araştırma ve gelişmeyi terk ederek yeniliklerden uzaklaşıyorlar.

Eleştirel ve geliştirici eğitimin gerçek gayesi, kişinin kendini, çevresini, varlıklar alemini, fiziki ve metafiziki dünyayı bilmek ve tanımak değil midir? Yetişen öğrenciler neden eleştirel düşünerek yorumlar yapamıyor ve yenilikler üretemiyorlar?

Burada eğiticinin görevi ve sorumluluğu önem arz etmektedir. Hocanın yapması gereken, bilgi aktarmakla birlikte taliplerin ruh tellerine dokunan, amaç kazandıran, kimliğinin inşasında yol gösterici ve gerçek bir rehber olmaktır. Öğrencilere bakış açıları, yol ve yöntemleri öğreterek kendi ayakları üzerinde durabilme yetkinliğini kazandırmakdır.

Modernitenin dayattığı eğitim sisteminde ise öğretmenler, sadece kişilere aktardığı ve aktaracağı bilgilerden sorumlu tutuluyor; öğrettiği bilgi ve tecrübenin kişinin gönlünü nasıl şekillendirdiğini, artısını, eksisini, faydasını ve zararını ölçmeden geçiyorlar. Hakikatte eğitim, şahsın özüne dokunmalı, gönlüne olgunluk katmalı; kim olduğunu, nereden geldiğini, neden gönderildiğini, görev ve sorumluluklarını öğretmelidir. Nereye gideceğinin yol haritası verilerek hazırlık sürecine katkı sağlanmalıdır. Erdemli bir şuura kavuşturulması için ufku genişletmeli, olaylara ve çevreye eleştirel bakabilme olgunluğu ve yetkinliği kazandırılmalıdır.

Türkiye, yeni bir eğitim modeli inşa ederken nasıl bir yol ve yöntem izlemelidir?
Şahsiyetli,misyon ve vizyon sahibi,geçmişini bilen ders alabilen,anına vakıf,istikbaline projeksiyon tutabilen,inanmış, adanmış,yetişmiş,dava adamı,kurucu,koruyucu,sürükleyici,aksiyon sahibi,ileri görüşlü,yaşamayan ancak çevresini yaşatma ideali taşıyan, vefakar,cefakar,inançlı,gönül erlerinini yetiştirecek eğitim müesselerini nasıl bir zeminde,hangi ülküler,ilkeler,kurallar ve kaideler üzerine kuracağız,bina edeceğiz?

Gençliğin gönüllerini ve ruh alemlerini ulvi ve milli duyğularını,nasıl dokuyacağız,özüne,ideallerine bağlı,hakikati yaşayan,yaşatma ülküsüne sahip,çağın ağlarına,bağlarına, bağlamlarına kapılmadan ilim,irfan,hikmet yolunda koşan alperenleri ne şekilde yetiştireceğiz?

Bütün meselenin özü ve çözümü şudur...Milli örf ve değerlere dönüşün kurtuluş iksiri olduğu bir gerçekliktir...Yakın zamanda eğitim-öğretim sisteminde öze dönerek bünyeye uygun hale getirilmezse,gelecek kuşakları tamamen kaybetme ihtimali çok yüksek...Alınan darbe çok ağır...Yara bandıyla,ağrı kesiciyle iyileşecek gibi değil. Tedaviye silbaştan başlayarak,köklü bir operesyon gerekli... Yoksa hastalık kronikleşecek ve kangrene dönüşecek...Bünyeyi zayıflatarak komaya sokarak öldürecek...

İdeal gençlik...
Hakikat erleri...
Dava adamları...
Birleşip,bütünleşmiş güçlü millet ve devlet...
Yetişmiş,inanmış,adanmış liderler...
Fatih'ler...
Yavuz'lar...
Abdülhamid'ler...Gerekli.


Mukaddes yurdumuzda ise durum felakete doğru yol alıyor.İç çephemiz zafiyet içerisinde.Milli birliğimiz çatırtıyor.Siyaset kulvarı çok karışık.Yönetim ve siyaset erkleri uzlaşmaz bir dil kullanarak,sayğı ve muhabbetten uzak bir hal sergileyerek,milli meseleler üzerinde dahi birlik ve beraberlik kuramıyorlar.Oysaki siyaset kurumları ve liderleri ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda konsansüs sağlayarak bir ve beraber olmaları devlete güç katacaktır.Millete heyacan verecek.Uluslararası arenada ülkenin itibarını artıracaktır.Partilerin ve grupların dış siyatte bütünlük sağlamaları ve aynı dili kullanmaları iç ve dışta hem kendi şahısları,hemde devletin ve milletin itibarını artıracaktır.
Partilerin zıtlaşması neticesinde ahali bölünüp parçalanarak kamplaşmakta ve milli birlik bozularak zaaflar yaratmaktadır.

Onun için şu bir hakikat ki;Eğitim birliğini sağlayamayan milletler gücünü kaybederek milli varlığını sürdüremez,yok olmaya doğru sürüklenir.Hayatiyatı tehlike arzeder...

Osmanlı'dan başlayarak, Cumhuriyet'le devam eden eğitim sistemi, Batı'nın değerleri üzerine bina edilmiş; milletimizle ilgisi olmayan,inanç ve değerlerden uzak,sadece bilgi veren, şahsın fiziki yönünü temel alan, metafiziki yönünü ihmal eden, ruhuna dokunmayan ve dokunmak istemeyen bir yapıda olduğu için ülkemizde verimli ve kuşatıcı eğitim olgusunu gerçekleştirememiş,köklerinden kopuk bir halk meydana getirmiş,başarılı olamamıştır. Öncü ve milli düşünen insanları yetiştirememiştir. Zamanımızda ise bu durum gençliğe idealler vermediği veya veremediği için nesillerimizin elimizden kayıp gitmesine sebep olmuş ve olmaktadır.

Çaresi; eğitimde gerçekçi bir dönüşüm, sadece müfredat değişikliği (ithal eğitim sistemini terk ederek başka bir eğitim sistemini almakla değil) ile değil, Müslüman Türk'ün özünü ve değerlerini merkeze koyan bir düşünceyle kurulmalıdır.Korunmalıdır.Sürdürülmelidir.

Soru şudur: Hakikat kapısını arayan ve bulan, kişiliği gelişmiş, yaratılış gayesinin sırına vakıf, âlemleri anlayan, anlamlandıran ve yorumlayabilen şahsiyetleri neden yetiştiremedik, yetiştiremiyoruz?

Eğitim insan yetiştirme, bina etme yolculuğuysa, yapımında hangi malzemeleri kullandığınız ve ne şekilde bina inşa ettiğiniz, en az sistemin kendisi kadar önem arz etmektedir. Niceliğe (sayılara) dayanan eğitim modelleri; öğrenci sayılarını, imtihan başarı oranlarını, okullaşma ve mezun olanların iş bulma sayılarını ölçerek eğitimin başarılı olup olmadığını tartışıyor. Şu unutuluyor: Eğitim kurumlarının kalitesini belirleyen şema diploma alanların sayısı değil; okulu bitirenlerin şahsiyeti, karakteri, milletine ve vatanına bağlılığı, beceri ve üretkenliği ile değerlendirilmelidir.

Eğitimcilik, bir meslekten öte, bir dava ve bir ibadet şuuruyla yapılması gereken ulvi bir meslektir. Öğretmen, sadece sınıfta ders anlatan biri değildir; talebelerinin ruhuna dokunan, özünü besleyen ve ona kim olduğunu anlatan, öğreten bir rehber ve yol göstericidir. Eğer öğretmenlik sadeceı hazırlanan müfredatı işleyerek öğretmek olsaydı, hocanın varlığı ile öğrencinin kitaptan yaptığı okumalar arasında hiçbir fark olmazdı. Öğretmen, öğrencisinin yüzündeki ışığı fark eden, zeka ve kabiliyetini ölçebilen, özünde saklı olan potansiyeli sezen ve açığa çıkaran hayat mimarıdır.

Çağımızda öğretmenlik giderek bir rutinliğe ve akademik robotlaşmaya doğru dönüşüyor. Öğretmen-öğrenci arasında olması gereken gönül bağı deforme oluyor ve öğretim sadece sayısal çıktılara hapsediliyor. Eğitimi sadece nicelikle değerlendirmek, niteliğini göz ardı etmek acıklı bir durum değil midir? Asıl olan, gençlerimizi önce insan olarak yetiştirmek; sonra onları doktor, avukat, mühendis, siyasetçi, patron, esnaf, tüccar, hoca, eğitimci veya yönetici gibi makamlara getirerek toplumun geleceğine katkı sağlamak, verimliliği artırmak ve niteliğini yükseltmektir.

İNSANA ÖZÜNÜ HATIRLATAN, ŞAHSİYET İNŞA EDEN BİR EĞİTİM KURUMU

Aslında çok önemli bir hakikat noktası daha vardır: Eğitimin sadece sınıflarda rutin olarak değil, hayatın içinde yapılması gerçeği. Aristoteles'in gezinerek ders anlatarak öğretme metoduna bakarsak, eğitimi sabit bir yerde vermek yerine yaşayarak, uygulayarak ve deneyerek öğretmek-öğrenmek başarıyı artıracaktır.

Okullarımızda teorik eğitim eksik de olsa verilirken, ne yazık ki pratik (uygulama) eğitiminin adı dahi anılmamaktadır. Dilekçeyi öğrenmiş fakat nasıl yazılacağını bilmediği için yazamayan öğrenciler vardır.

Uygulanmakta olan maarif sisteminde, imtihanda başarılı olacak şekilde öğretim yapılarak gençlerin yaşama dair tecrübe ve deneyimlerden uzak kalmasına sebep olunmaktadır. Eğitim, okulların ve sınıfların ötesine geçmeli, ferdindir hayatla doğrudan bağ kurması sağlanmalı, yetkin ve bilgiyle donatılmış,kendi kendine yeterli olacak şekilde yetiştirilmelidir. Eğitim-öğretim, sadece sınıflarla sınırlandırılmadan, bir hayat biçimi olduğunun bilinciyle verilmeli ve hayata hazırlanmalıdır.

Batı kökenli modern eğitim, kişiyi üretim aracına dönüştürerek insanı şahsiyetsizleştiriyor. Şahıs, üretim girdisi (toprak, emek/işçi, sermaye, müteşebbis) olarak kabul edilerek nesneleştiriliyor. Eğitim, sadece bir meslek edinme veya geçim kaynağı olarak görülmeye devam ederse, insan özünü ve kişiliğini kaybetmiş robotlaşmış, makineleşmiş bir varlığa dönüşecektir.Kapitalizm, insanı "Homo ekonomikus/Ekonomik insan" olarak tarif ederek metalaştırır ve değersizleştirir.

Oysa dinimize göre insan, yeryüzünün halifesidir; değerlidir ve kıymetlidir. İnsanlığın biyolojik atası Hz. Adem, ruhi atası ise Hz. Muhammed'dir. Varlık alemi yaratılmadan önce Resulünün ruhunu var eden o yüce yaratıcı, onun ruhundan bütün varlıkları yaratmıştır. Bu nedenle, fıtratını kaybetmeden yaşayan insan değerlidir ve ulvidir. Fıtratını kaybedenlerin ise kıymeti ve değeri kaybolmuştur.İnsanlıktan uzaklaşmıştır.

EĞİTİMİN ÜÇ TEMEL HEDEFİ

Eğitim, beşerin sadece aklını değil, kalbini,göstergesidir.Cennet gönlünü ve ruhunu eğiterek kemalata erdirmelidir. Eğitimi bu merkezde sil baştan yeniden inşa etmek için üç sütuna ihtiyaç vardır:

1. Talebeyi şahıs olarak görmek, aklıyla birlikte ruhunu da beslemek, olgunlaştırmak: Eğitim-öğretimin amacı, insan inşa etme yolculuğudur ve yolun sonunda kişinin kendini bilmesi,bulması ve kendisini değerli kabul ederek özünü korumasıdır.

2. Öğrencinin öğrendiklerini hayatıyla buluşturmak: Eğitimin gerçek anlamı, sadece ders kitaplarında değil, öğrenciyi hayatın içindeki tecrübe ve deneyimleriyle olgunlaştırmak ve şahsını şekillendirmektir.

3. Ferdin kimlik inşasını tamamlamak: Eğitim, şahsın yalnızca bilgiyle kuşatılması değil, buvnun yanında kendini bulması ve kimliğini inşa ederek "olmaya" başlamasıdır. Asıl olan bilmek değil, olmaktır. Bu unsurları benimseyen bir eğitim kurumunun ferde ve topluma değer katacağı ve erdemli kılacağı da bir gerçekliktir.

BİLGİYİ RUHLA VE ANLAMLA BULUŞTURAN BİR EĞİTİM ANLAYIŞI

Eğitim-öğretim, sadece bilgiyi taliplilere öğretmek değil, kâmil insanı yetiştirme yolculuğudur. Bugünün eğitim anlayışı ve uygulanışı, talebeyi sadece bir bilgi deposuna dönüştürmekle yetiniyor. Kişi, sadece bildiği ile değil, öğrendiklerini nasıl anladığı, anlamlandırdığı, yorumladığı ve yaşamına katkısıyla anlam kazanır.

Bugün özlemini çektiğimiz şey, bilgiyi ruhla ve anlamla birleştiren eğitim anlayışıdır. Okuyan gençliğimizin durumu, eğitimde köklü değişim ve öze dönüşüme ihtiyaç olduğunuye göstermektedir. Eğitimi mekanik ve durağanlıktan kurtararak insan merkezli hale getirecek bir düzenleme ve anlayış benimsenmelidir.

KENDİNİ ARAYIŞ YOLCULUĞU VE EĞİTİMDE DİSİPLİN

Her işte olduğu gibi eğitimde de başarının sırrı disiplindir. Disiplin olmazsa hedefe ulaşılmaz. Disiplin, sadece kurallara uymak değil; kişinin kendi özünde bir anlam inşa edebilmesiyle ilgilidir. Yetkin öğretici, sadece müfredatı anlatan biri değil; öğrencilerinin hayatına dokunan, temas kurabilen bir rehber ve yönlendirici olmalıdır.

Modern eğitim, bireylerin muhakeme ve tasavvur gücünü zayıflatırken, kapitalist düzenin dayattığı eğitim modeli kişiyi yalnızca ekonomik bir araca dönüştürerek değersizleştirir. Hakikat eğitimi, bireyin kendini bilme ve hakikatini bulma yolculuğu olmalıdır.Batı kültüründe epistomolojik olarak bilmek yeterliyken,İslam'da sadece bilgi edinmek,öğrenmek yeterli görülmemiştir.Edinilen bilginin hayata uygulanarak"bilme-bulma-olma" yolculuğunun tamamlanmasının şahsı kurtaracağını muştular.Asıl mesele okunan,öğrenilen bilgiyle amel ederek hayata uygulamaktır.Yaşanmayan kuru bilginin,dedi kodu gibi olduğunu belirten Fuzuli veciz şekilde:
"Aşk imiş her ne varsa alemde,
İlim bir kılu kal imiş ancak."diyerek(Dünyada her şeyin sevg,aşk ve muhabbet olduğunu,ilmin sadece bir dedi kodu gibi boş şeyler)olduğunu belirtir.Bilginin yaşanmasını tavsiye ederek,bildiğini,öğrendiğini hayatında tatbik ederek uygulayanların kurtulacağını ve hidayete ereceğini mücdeler.

Milletlerin "koruyucu ve taşıyıcı" kuşakları önem arz etmektedir. Genç kuşaklara sorumluluk yüklemektedir. Günümüzün eğitim politikasını köklü bir değişimle hakikate yönlendiremediğimizde, gelecek nesillerin etken değil, edilgen kişiler olarak yetişeceklerdir. Toplumun öncüleri, yeni kuşakları önden giden, ön alan ve öncü kuşaklar olarak yetiştirmekle sorumludur.

"Ya İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni" diyerek fetih hareketine girişen, çağ kapayıp çağ açan ulu Hakan Fatih Sultan Mehmet Han'ın hem celal, hem cemal, hem de kemal sıfatlarına sahip olduğu gerçeğini unutmadan,fetih için bilgiler edinerek samimiyetle hazırlandığını, uyguladığını sonuçta başarıya ulaştığını ve müjdeye nail olduğunu gençlik bilmeli,model almalıdır.İslam alemide
eğitimi sadece akademik başarıyla sınırlandırmadan, kişinin gönlünü ve ruhunu besleyen, geliştiren bir anlayışla yeniden öze yönelerek inşa etmelidir.Gerçek başarının hakikat bilgisini edinerek,uygulayanların olacağıda unutulmamalıdır.

Eğitim bir kazanım olmakla birlikte asıl olarak insan olma yolculuğudur. Eğitim, sadece sınavlara hazırlanmak ve kazanmak için değil, kişiye kimlik ve anlam kazandıran bir yolculuk olarak değerlendirilmelidir. Eğer Türk milleti çağını iyi okuyarak, çağının çağrısını yaparak ve özüne uygun bir eğitim değişim ve dönüşümünü gerçekleştirebilirse, bireyleri ve toplumu kemalata ulaştırabilir.

Sonuç olarak:Her vatandaşa düşen sorumluluk şudur: Hakikat yolunu bilme ve bulma anlamında bir eğitim değişim ve dönüşümü için ne yapacağız? Ne yapmalıyız?
"Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum."diyerek öğretene-öğretmene büyük değer atfeden Hz. Ali(ra),ilmin, ilim öğretenin,öğrenenin ulviyyetini bildirmektedir.Hakikat ilmini öğrenenlerin, yaşayanların kurtulacağıda arşın sahibinin vâdi'dir.
Bilen,yaşayan,bağışlananlardan olmak umuduyla...
Allah Bes,Bâki Heves.