Bu ülkenin dört bir yanında, ayak bastığımız her taşın altında, her bina temelinde, her okulun, hastanenin, fabrikanın duvarında bir emeklinin alın teri vardır.
Yıllarını bu ülkenin kalkınmasına adayan, gençliğini gece gündüz demeden çalışarak geçiren emekli vatandaşlarımız, bugün ne yazık ki açlık sınırının bile altında yaşamaya mahkûm edilmiş durumda.
Oysa onlar, bu milletin geçmişidir. Hafızasıdır. Onuru ve duasıdır. Bir devlet, bir toplum neye kıymet veriyorsa aslında kendi geleceğini de o kadar teminat altına alıyor demektir. Biz bugün emeklilerimize nasıl muamele ediyorsak, yarın o kader bizim de kapımızı çalacaktır.
SUSKUNLUĞUN BEDELİ
Emekliler neden bu kadar görmezden geliniyor? Bu sorunun cevabı aslında oldukça net: Çünkü örgütsüzler. Çünkü yüksek sesle talepte bulunmuyorlar. Çünkü oy pazarlığı yapmıyorlar. Ama bu sessizlik bir lütuf değil, bir vakarın sonucudur. Bu insanlar hayata karşı saygılarını kaybetmemiş; çığlık atmak yerine sabrı, isyan etmek yerine vakar ve metaneti seçmişlerdir. Ama herkes şunu bilmeli ki; sessizlik her zaman rıza değildir. Bugün susan milyonlar, günü geldiğinde sandıkta konuşmasını bilir. Tarih bunun sayısız örneğiyle doludur.
YOKLUK BİR KADER DEĞİL, BİR TERCİHTİR
Türkiye’de bugün yürürlükte olan ekonomi politikası artık gizli saklı değil. Açıkça bir “kemer sıkma”, daha doğru ifadeyle “vatandaşa tasarruf yaptırma” sistemine geçildi. Sistem, “talep düşerse enflasyon da düşer” mantığıyla işliyor. Peki, kimlerin talebi düşecek? Elbette sabit gelirlinin. Elbette emeklinin. Elbette küçük esnafın. Elbette ay sonunu getiremeyen milyonların.
Devlet, enflasyonu frenlemek için vatandaşa daha az tüketmesini, daha az harcamasını istiyor ama vatandaş zaten geçimini sağlayamıyor. Elektrik, doğalgaz, su, kira, gıda… Her kalemde fahiş zamlar yapılırken, emekliye sıra gelince "bütçe yok", "kaynak yok", "şartlar elvermiyor" deniyor. Bu durum artık sadece ekonomik değil, ahlaki bir sorun hâline gelmiştir.
Bir toplumda milyonlarca emekli, ay sonunu getiremiyorsa, evine et giremiyorsa, ilaçlarını parayla alamıyorsa, torununa harçlık veremiyorsa, bu sadece bir ekonomik kriz değil; aynı zamanda bir vicdan krizidir.
TÜRKİYE BİR YOL AYRIMINDA
Bugün Türkiye bir ekonomik yol ayrımında. Bir yanda küresel merkezlerin dayattığı borç-faiz-enflasyon sarmalıyla boğuşan klasik sistem; diğer yanda milli kaynaklarını kendi halkı için seferber etmeyi öneren yerli ve milli bir model var.
Klasik sistem, halkı tasarrufa zorlar, yatırımcının önüne borç engeli koyar, üreticiye destek olmak yerine ithalatla çözüm arar. Sonuç ortada: Artan borç yükü, daralan alım gücü, büyüyen gelir eşitsizliği.
Özellikle emekliler bu sistemin en ağır bedelini ödeyen kesimi oldu. Çünkü sabit maaşla yaşayan her kesim gibi onlar da enflasyon karşısında savunmasız kaldı. Ama ne yazık ki konuşulan maaş zamları da artık komik seviyede. Daha maaşa zam yapılmadan o paranın alım gücü çoktan erimiş oluyor. Bu durum bir tesadüf değil, tasarlanmış bir düzendir. Çünkü sistem, enflasyonla mücadeleyi halkın tüketim gücünü kırarak yapmaya çalışıyor.
BİR GÜN HERKES EMEKLİ OLACAK
Bugün annemiz, babamız; yarın biz… Bu düzen böyle sürdüğü sürece, emeklilik bir lütuf değil, bir çileye dönüşür. Emekli olmak istirahat etmek değil, tekrar çalışmak zorunda kalmak hâline gelir. Bugün birçok emeklimiz ya pazarcı, ya seyyar satıcı, ya güvenlik görevlisi… Hak ettikleri saygın hayat yerine, hayatta kalma savaşı veriyorlar.
Ve bu durum artık kabul edilemez bir noktaya gelmiştir.
ÇÖZÜM VAR, MODEL BELLİ
Bu noktada çözüm nedir sorusu sorulmalı. Sadece yüzde hesabı yapmak yetmez. Sadece "şu kadar zam verilsin" demek meseleyi çözmez. Çözüm, topyekûn bir sistem değişikliğiyle mümkündür. Ve bu sistem değişikliği için elimizde ciddi, bilimsel, uygulanmış, sonuç vermiş bir model var:
Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Milli Ekonomi Modeli”.
Bu model, ekonomik büyümeyi halkın alım gücünü artırarak sağlar. Yani sadece rakamsal bir büyüme değil, refah artışı sağlar. Emekliye, ev hanımına, gence doğrudan gelir garantisi sunar. Devlet-millet iş birliğiyle üretimi teşvik eder. Dışa bağımlı ekonomi yerine, kendi kaynaklarını kullanan, milli sermayeyi destekleyen bir anlayış getirir.
Haydar Baş kimdir diyenler için: Sadece Türkiye’de değil, dünyada da tanınan bir ekonomisttir. Rusya parlamentosu Duma’ya davet edilen ilk ve tek Türk’tür. Onlarca uluslararası kongrede modelini anlatmış, kitaplar yazmıştır. Ve onun ortaya koyduğu bu model, bugün Bağımsız Türkiye Partisi’nin (BTP) resmi programıdır.
SORUN KİŞİLERDE DEĞİL, SİSTEMDE
Bugünkü iktidar da kalsa, yerine bir başka parti de gelse; eğer sistem değişmezse emeklinin yüzü yine gülmeyecek. Sorun tek başına siyasi irade meselesi değil; anlayış meselesidir. Ve bu anlayışı değiştirecek tek reçete, Milli Ekonomi Modelidir.
Bu model sadece karnı doyurmaz.
Aynı zamanda milleti ayağa kaldırır.
Çünkü bu millet, sadakati, vefayı ve hakkaniyeti hak ediyor.
VEFASIZLIK MİLLETİN VİCDANINA SIĞMAZ
Bugün emeklilere reva görülen bu hayat, bu yokluk, bu vefasızlık milletin vicdanına sığmaz. Biz bu muameleyi kabul etmiyoruz. Etmeyeceğiz.
Çünkü biz biliyoruz ki bir milletin duası emeklinin dilindedir.
Bir milletin hafızası onların geçmişindedir.
Ve bu milletin geleceği, geçmişine sahip çıktığı ölçüde sağlam olacaktır.
Emekliye sahip çıkmak, sadece bir sosyal devlet gerekliliği değil; aynı zamanda insani bir ödev, ahlaki bir sorumluluk, tarihi bir görevdir.
Bugün o görevi yerine getirme zamanıdır.