Osmanlı tarihine baktığımızda, iktidarın ihtişamlı saray odalarında bile bir o kadar derin gölgelerin dolaştığını görürüz. Bu gölgelerin en çarpıcı hikâyelerinden biri hiç şüphesiz Pargalı İbrahim Paşa’dır.

Balıkçı bir ailenin çocuğu olarak başladığı hayat yolculuğunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli sadrazamı unvanıyla taçlandırdı. Bir zamanlar Sultan Süleyman’ın “İbrahim’im” diyerek sırtını sıvazladığı, “makbul” ilan ettiği bu adam, birkaç yıl sonra aynı sultanın emriyle boğdurularak tarihe “maktul” olarak geçti.

Pargalı İbrahim’in yükselişi; yeteneğin, zekânın ve dostluğun gücünü gösterir. Ama düşüşü… O, yalnızca siyasetin değil, insanın içindeki en büyük zaafın: kibrin göstergesidir. İbrahim Paşa, “serasker sultan” diye anılacak kadar ihtişamlı yetkilerle donatıldığında, artık kendi gölgesini bile küçümser hale gelmişti. Bir noktadan sonra sultanın dostu olmaktan çıkıp, sultanın üstünde gözüken bir güce dönüştü. Ve tarihin bize defalarca hatırlattığı gibi, gücü elinde tutanların en büyük sınavı, o gücün sarhoşluğuna kapılmamaktır.

Bugün farklı bir çağda yaşasak da aynı hikâyeyi görmüyor muyuz?
Dünyanın dört bir yanında koltuğunu korumak için halkının sesini bastıran, özgürlüğü kısıtlayan, “ben olmazsam dünya çöker” havasıyla kibir abidelerine dönüşen liderler yok mu? Amerika’dan Orta Doğu’ya, Avrupa’dan Asya’ya kadar aynı tabloyla karşılaşıyoruz.

Ülkemizde de benzerlerini görmek mümkün. Dün sıradan bir vatandaş olan, bugün makamın verdiği güçle herkese yukarıdan bakan, “halk benim için var” zanneden, ama halkın sesini duymayan yöneticiler az mı? Birçoğu, tarihin tozlu sayfalarında kaybolan Pargalı’nın yolunda yürüdüğünün farkında bile değil.

Osmaniye’mizde de bu tür kibirli tiplerle sıkça karşılaşıyoruz. Koltuğa oturunca kendini şehrin sahibi sanan, halktan kopan, basına tepeden bakan, eleştiriyi düşmanlık zanneden kişiler… Oysa Osmaniye’nin gerçek sahipleri makam odalarındaki birkaç kişi değil, bu şehrin sokaklarında alın teri döken insanlardır. Ama ne yazık ki bazıları, kendini halktan üstün görerek “kibrin iktidarını” yaşamaya çalışıyor.

Seçilmişler ve Atanmışlar İçin Tarihin Uyarısı

Tarih bize hep aynı gerçeği haykırır: Kibirle yükselen, kibirle yıkılır.
Pargalı İbrahim’in ihtişamlı sofraları sonunda ona darağacı oldu. Dün “makbul” olan bir gün “maktul”e dönüşebiliyorsa, bugün “vazgeçilmez” görülenlerin de yarın unutulup gitmeyeceğini kim garanti edebilir? Bu sadece Osmanlı’ya değil, bugüne de ders olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki bugün ister seçilmiş olsun ister atanmış; gücün sarhoşluğuna kapılan, kendini milletin üstünde gören herkes Pargalı İbrahim’in kaçınılmaz sonunu yaşamaya adaydır. Çünkü halkın sevgisini, adaletin terazisini ve tevazuyu kaybeden hiçbir yönetici, hangi koltuğa oturursa otursun uzun süre orada kalamaz. Makamlar baki değildir; baki olan yalnızca halkın duası ve adaletin terazisidir.

Kibir, sadece sahibini değil, etrafındaki insanları da zehirler. Çünkü kibirli yönetici, halkının sesini duymaz, danışmanının sözünü dinlemez, adaletin terazisini hiçe sayar. Kendini “dokunulmaz” sanan, aslında en kırılgan noktada duruyordur.

Pargalı İbrahim Paşa’nın mezarı bugün sessizdir, ama hikâyesi haykırır:
“Hiç kimse sonsuz değildir. Hiçbir güç baki değildir. Ve hiçbir makam, kibrin yükünü uzun süre taşıyamaz.”

Bu uyarı sadece tarihe değil, bugünün dünyasına, ülkemize ve Osmaniye’mize de yapılmış bir çağrıdır. Duyabilene…