Beklentisiz yaşamak, insanı yoran yüklerden kurtarır; gerçek iç huzur, kabul ve olgunlukla mümkündür. Hayatın akışına teslim olmayı öğrenmekle kazanılır.
Hayat, çoğu zaman planlarımız doğrultusunda ilerlemez. İnsan ilişkilerinden kariyere, dostluklardan aşka kadar pek çok alanda beklentilerimiz olur. Ancak bugün, beklentilerin insanı ne denli yıprattığını ve kırgınlıklara sebep olduğunu bir kez daha anladım. Hayatta beklentisiz olmayı öğrenmek, bu yüzden büyük bir erdemdir.
Stoacı filozof Epiktetos’un “Mutluluk, beklentilerin olmadığı yerdedir.” sözü, yaşamı olduğu gibi kabul etmek ve kontrolümüz dışındaki olaylar karşısında sükunetle kalmak gerektiğini hatırlatır. Gerçekten de, her şeyin istediğimiz gibi gitmesini beklemek, doğanın akışına karşı koymak anlamına gelir; bu da büyük bir kibirdir.
Albert Camus’nün “Hayat, saçmadır ama yaşamaya değerdir.” sözü ise, hayata fazla anlam yükleme ve sürekli karşılık bekleme alışkanlığımızı sorgular. Ona göre esas olan beklentiler değil, eylem ve kabuldür. Kendi hayatımızı anlamlandırmak bizim sorumluluğumuzdur; bunu başkalarının davranışlarına yüklemek ise sadece kendimizi kandırmaktır.
Beklentisiz olmak, vazgeçmek ya da umursamamak değildir. Aksine, iç huzuru seçmek, insanlardan çok kendi değerlerimize yaslanmaktır. Franz Kafka’nın dediği gibi, “Eğer beklemezsen, her şey gelir.” Bu söz, modern insanın “hemen şimdi” arzusuna karşı güçlü bir duruştur. Beklentisiz yaşamak, teslimiyet değil, iç disiplin ve olgunluğun işaretidir.
Mevlânâ’nın şu sözleri de bu anlayışı destekler: “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.” Beklentisiz olmak, insanlardan anlayış, destek ya da empati beklememek, onların sınırlarını kabul etmek demektir. Her bireyin anlama kapasitesi ve yaşam birikimi farklıdır. Bu gerçeği kabul etmek özgürleştirir ve bizi daha az kırgın yapar.
Bugün öğrendim ki beklentisiz yaşamak, hayata teslim olmak değil; hayatla uyum içinde akabilmektir. Ne fazlasını beklemek ne de azına üzülmek. Sadece “olan”la yetinmek, “olmayana” minnet etmemek… Çünkü insan, en sonunda yaşadıkları ve kazandıklarıyla değil, bıraktıkları ve iç huzuruyla anılır.