Fikrimizi Saatleri Ayarlama Enstitüsüyle Açık Eden Tanpınar'ın Aziz Hatırasına,
Bir çeşit helalleşme kabul ediniz bu mektubu ya da bir af, bir özür… İnsan yanılgılar yumağıdır çünkü. Bu düşünce, küçük bir çocukken ninemle annem orlon ip çilelerini kollarımıza takıp onları yumak haline getirirken oluşmuştu bende. Sanırım yanılgılarımızı toplayarak yahut yanılgılarımıza bürünerek büyüyoruz. Keşke tam tersi bir düşünceyi barındırsaydı zihnim.
Yereli aşmak, hiç kolay bir durum değil. Yerel, alışkanlıktır çünkü. Alışkanlığı bırakmanın zorluğunu eskiler, “can çıkar huy çıkmaz” diye belirtirdi. Benim yereli aşmam da zordu. Çünkü çevremde yereli aşan bilgeler de yoktu. Biliyordum ki hata hatayı doğuruyordu. Dolayısıyla yanıla yanıla çok geç bulabiliyordum doğruları. Dahası evrensel bilgileri çok geç duymuştum. Birinci duruma bağlı olarak evrenseli çok geç yakalamıştım. El yordamı ile ulaştığım kitaplarla bir nebze de olsa kıymetli gördüğüm değerleri tanımaya çalışmıştım... Tam da Neşet Ertaş türküsünün bir mısraında söylendiği gibi “Cahildim dünyanın rengine kandım”…
Bir türkü mısraı örneği verirken aklıma geldi, sizin halk şiirine iltifat etmediğinizi söylerlerdi. Buna hiç inanasım gelmedi nedense. “Selam olsun bizden güzel dünyaya” mısraının sahibi, türkülerin güzelliğinin farkında olmalıdır, derim kendime. Sonra hayranlıkla sevmek kavramları geldi aklıma. Hayranlık gözlerin önüne perde geriyordu. Biz de hayran olmayanı düşman olarak algılıyorduk. Oysa sevmek, hayranlık değildi. Beğenmemek de yermek, kötülemek anlamına gelmezdi. Hep uçları gözeten aklımız, ortayı görmezden geliyordu nedense.
Adınızı lisans eğitimi için edebiyat öğretmenliğini tercih edip üniversiteye başlayınca duydum. İlk okumaya çalıştığımız eseriniz, çalışırken de anlamadığımız için kızdığımız, 19. Asır Türk Edebiyatı. Ardından Beş Şehir, ardından Huzur… “Huzur” demişti hocalarımız “huzursuzluğun romanı”. Belki bu önyargı, belki bu sizi kendi anladıkları gibi anlatma çabaları… Benim size karşı kızgın bir hâl takınmama, dahası kitaplarınıza karşı soğuk davranmama neden oldu.
Okumadan ve sizi anlamadan hakkınızda çok laf ettim. Ölmüş birinin arkasından konuşmanın vebalini bilerek hem de… Şimdi bu hâl yüreğimde kocaman bir yara oldu. Ne yazık ki haksızlığımı "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinizde bile görememiştim. O vakitler ne kadar kör olduğumun, ne kadar koyu bir cehalet içinde bulunduğumun göstergesidir sanırım bu.
Şükür bir dergide (Kitaplık olabilir) mektuplarınız hakkında bir makale okudum, ardından merak edip bütün mektuplarınızı. Bütün yargım birdenbire değişti (Bu arada niçin 'birdenbire' kelimesini sevdiğinizi anlıyorum şimdi). Mektuplardaki Tanpınar, fikir çilesi çeken, söz işçisi, günlerce bir mısraın ardına düşen, ömrünü edebiyata feda etmiş bir aydın olarak duruyordu karşımda. Mektup türü ne kadar içsel, ne kadar samimi duruyordu… Kurmaca ardına gizlenen bir yazar değil, dertlerini sere serpe ortaya saçan bir yazar vardı karşımda.
Bütün bühtanımla ben, mektuplarınızın ardından yaralı bir Tanpınar sevdalısı olmuştum ya, çok geç kalmıştım; lisans bitmiş, yüksek lisansa başlamıştım. Elbette öncelikle önceki söylediğim sözlerin pişmanlığı ile dolmuştum, ardından geç kalmışlığın yürek yakan sızısıyla. O yüzden size karşı bühtan içinde olmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum. Dolayısıyla müddei değilim iddia edemem lakin sizin için biçtikleri tanım gömlekleri hep içinde bir bühtanı barındıracaktır.
Sanırım bu sözlerim bile yine yeni bir yanılgı olabilir.
Fakat bu defa niyetim sizi anlamak için, tanımlarım asla sizi anlatmak ve anlamlandırmak için değil. Çünkü biliyorum ki "huzura huzursuzluğun romanı" demek “ahmakça bir saadetin” huzur olabileceği yanılgısı içinde olmaktır (Sizin çok kızdığınızda öfke refleksi ile tenezzül etmeye çalıştığınız, Ahmet Kutsi'ye söylediğiniz o “ahmakça saadet”). Düşünme çilesini huzursuzluk görmek, koca bir yanılgı. Çünkü tadanlar bilir ki en kutlu huzur bu huzursuzluk, bu çiledir. "Eşya zıddı ile kaimdir" sözüne sizi okuyunca, her nesnenin zıddı o nesnenin yanı başındadır anlayışı da eklendi.
Bu ilk mektupla pişmanlık kapılarını ardına kadar açıyorum. Bütün pişmanlıklarımı güneşe seriyorum artık.
Eminim güneş bütününü kurutur, yakar, temizler ve o pis rutubet kokusunu giderir.