Edebiyat denince,bazen sözlü ve yazılı olmak üzere iki alanın olduğu unutulur. Edebiyatın sadece yazılı alana ait bir sanat olduğu kabul edilmiştir çünkü.
Oysa sözlü edebiyat yapan, başka bir deyişle dilinden bal damlatan, bununla beraber yazmayan birçok edip var. Bunu muhabbet bilerek Necip Fazıl edasıyla “Ver cüceye, onun olsun şairlik, / Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta!” diyecekler vardır içlerinde kuşkusuz. Hem de yaptıklarına edebiyat demeyecek yüce gönüllülükte olanbir nice söz ustası…
Gözde olan nedir? Sözlü edebiyat mı göz doldurur, yazılı edebiyat mı? Toplumda karşılık bulan hangisidir? Bu sorulara ne kadar cevap olabilir fakat sözlü edebiyatın hatırını sayan çoktur. Çünkü bu alandaki söz ustalarının ağzının içine bakan, söylediği her kelimeyi gönüllerinde ağırlayan bir nice takipçi vardır. Sonra bu söz ustalarının takipçileri, abayı yakmış sözü can kulağı ile dinleyen taliplilerdir. Edebiyatın en kıymetli alıcıları da bunlar denilebilir. Bununla beraber bu alan, edebiyatın görünmeyen ya da kayda alınamayan yanıdır. Varlıkları yokluk gibidir. Öyle ki bihaberdir sözde edebiyat, bu sözlü edebiyattan.
Çevre göz önüne alınınca sözlü edebiyatın icraya devam ettiği ve henüz tam manasıyla yazılı edebiyata geçilmediği görülecektir. Bu ortamda yazılı biçimde sunulacak edebiyatın çok zahmetli olacağı, bir o kadar da talepsiz kalacağı aşikârdır. Ne ki “dil sözü kulaklara, yazı sözü uzaklara götürür” meselince yazılı bir şeyler sunmak oldukça önemli. Bununla beraber kalıcı olmak, sadece bugünü kapsamaz. Çağın koşullarından azami ölçüde faydalanarak yazan kişi, yazılı bir geleneği hayata geçirmenin yanı sıra yarınlara da bir şeyler fısıldamaktadır. Bütün bahaneleri bir kenara bırakıp yazanlar, yazdıklarına zamanın gereklerini uygulayanlar kalıcı olacaktır kuşkusuz.
Yazılı alanın edebiyatçısı, edebiyatı yazdıkları ile izletebilmelidir. Onlar terazinin bir kefesinde duruyorsa diğer kefesinde de dünyanın hâlihazırdaki görünümü... Orantısal mantığın gereği olarak ikiye ayırılan nesne tartılır. İkiye ayrılan edebiyata da, sözlü ya da yazılı, taraf olunabilir. Çünkü buradaki ayrılık da taraftarlık da görecelidir. Önemli olan yazarak ya da söyleyerek edebiyatın şahdamarını tutmak, en azından nabız atışlarını duymak… Sağlıklı bir yaklaşım da bu biçimde gerçekleşir. Sağlıksız bir yaklaşım olabilir mi? Ya da şöyle denebilir: edebiyat diye konuşulanlarla yazılanların toplumun kıyısına bile uğramıyor olması ne kadar sağlıklıdır?
Çevre ve imkânlar yadsınamaz. Lakin ortaya çıkana bakarken çevre ve imkân da gözetilmez. Bina edilecek düşünce yerle değil, malzemeyle değerlendirilir. Şu var ki üretim için iklim önemlidir. Yer, malzemenin keyfiyetini belirler. Her anahtar, her kilidi açmaz. Bunun yanı sıra her kilidin de kendine ait düzeneğinin olduğu göz ardı edilemez.
Bu çerçeveden bakılınca yapılanın sözlü ya da yazılı olduğu gözetilmez. Çünkü edebiyat adına sunulacak hava, her ruha aynı rayihayı bırakamaz. Lakin sunduğu sözlerin kendine göre olan havası, dahası çakası kendi iklimini yayacaktır.
Söz görüldüğü an, varlığını beyan eder. Geriye atılıp görmezden gelinemez. Söz akıcı ve devingendir. Söylenen sözü geri çevirmek, kabil değildir. Söz damla damla ruhta birikir. Söylenen de yazılan da öylece durmaz, yeni sözlerle sürekli beslenir. Bu açıdan bakıldığı zaman edebiyat, kişinin karşısında bir söz denizi olarak durur. Herkes de nasibince sözünü ya da yazısını bu denize yanaştırır.
Kişilerin aynasına farklı renkleri katan görülen nesnelerdir. Göz ile söz arasındaki yakınlığı tesis eden gözlemler, sözleri renklendiren tuvaldir. Gökkuşağının hangi ucunda durulduğu, hangi rengin solunduğu ancak karşıdakini görmekle belli olur. Rengini belli etmeyenler, renksizliği arttırsa da farklı renklere olan ihtiyacı daha çok hissettirecektir. Kişinin kendisine münhasır bir rengi olmalıdır. Bir renginin olmadığını sanan söz ustaları, sözün berraklığının farkındadır fakat bu berraklık söyleyeni renklerden arındırmaz. Söz ustalığı, söz kadar azizdir.
Söze yazılı ya da sözlü olarak hayat vermek, söz konusu ustalık olunca eşdeğerdedir. Bunun için sözü yazılı ya da sözlü olarak ustaca var kılanlar, hayatı daha değerli kılmaktadır.
Edebiyatın yazılı alanını görmek, sözlü alanına sağır kalmak büyük bir yanılgıdır.
Yazılanlar kadar söylenenler de edebiyattır.
Sadece kulağımıza gelenlere gözümüzü de bir parça çevirsek yeter.
Daha bir zenginleşir edebiyat!