Her şey Osmaniye Rahime Hatun Üniversitesinin edebiyat günlerine daveti ile başlıyor. “Sayın Hocam, Üniversitemizin düzenlemiş olduğu '1. Edebiyat Günleri' etkinliğine katılımınız bizi onurlandıracaktır” diye yazan davetiyenin altındaki tarihe bakıyorum: “10 Nisan 2033”. Osmaniye'den ayrılalı 9 yıl olmuş. Bu etkinlik için geliyorum 9 yıl sonra. Uçakla geliyorum hem de. İnanılır gibi değil.
İstanbul'dan Osmaniye'ye direkt uçuş varmış. Bir buçuk saatte ulaşıyorum. Havaalanı Cevdetiye'ye yapılmış. “Keşke” diyorum, “tarım arazisi korunsaydı”. Sesli düşünmüş olmalıyım ki yanımdaki amca: “Buralar taşlık, çorak bir araziydi. Tarıma pek elverişli değildi. Havalimanı olması iyi oldu” diyor. Ben de sessizce başımı sallayarak “iyi olmuş” diyorum. Havaalanı oldukça güzel,“muhteşem” dedirtecek cinsten.Havaalanı önünde tramvay varmış merkeze yolcuları taşıyan. Tramvaya binip Büyük Camii önünde iniyorum. Ne kadar güzel olmuş çarşı. Yapılar,yapıların dekorasyonu, eski ve yeni binaların uyumu,şehrin mimarisi… Gözlerime inanamıyorum desem yalan olmaz. 'Yeni Çarşı' civarında eski Osmaniye Konaklarına benzer bir mimari ile yapılmış dükkânlar sıra sıra. Sanki 'Sıra Konaklar' geri gelmiş, dizilmiş yan yana. Yollar genişlemiş, kaldırım işgalleri engellenmiş... Derli toplu, tertemiz göreni cezbeden şehir görüntüleri. Oldukça şaşkınım. Beni karşılamaya gelen kişi Rahime Hatun Üniversitesi araştırma görevlisi Demir Özdemir. Değişikliğe şaşkınlıkla baktığımı fark edince Demir Bey;“Ben de altı yıldır Osmaniye'deyim. Osmaniye çok değişti ve çok gelişti” diyor. Heyecanla devam ediyor: “Rahime Hatun Üniversitesi olarak yeni olmamıza rağmen halkı yanımıza alarak her alanda bir birçok etkinlik gerçekleştiriyoruz. Onlarca festival, günler, haftalar… Yaptığımız etkinlikler sadece ulusal alanda değil, artık uluslararası alanda da ses getirmeye başladı. Dünyanın ilk yüz üniversitesi arasına girdik. Türkiye'de de ilk onun içindeyiz kurulduğumuz günden bu yana.”… Bende bir şaşkınlık, bir şaşkınlık... Söyleyecek söz bulamıyorum.
Rahime Hatun Üniversitesi Rektörlüğüne gidiyoruz. Yediocak İlkokulu binası aslına uygun restore edilmiş, rektörlük binası yapılmış. Yalnız aynı binadan art arda iki tane daha var. Üçüz olmuş binalar ve hepsi rektörlüğe aitmiş. Rektörlük binasına girerken tüylerim diken diken… Bir bina bu kadar tarihi sırtlar mı? Deprem sonrası yıkılacak sanıyorduk. Bak, ne güzel restore edilmiş aslına uygun. Duvarları Karatepe kilimi deseniyle süslenmiş, zemini Çardak mozaiği ile döşenmiş... Rektörlükte sempozyumu düzenleyen görevli öğretim üyeleri ile tanışıyoruz. Bildiri sunacağım oturum ve sempozyum hakkında detaylı bilgi ediniyorum. Sunacağım bildirinin başlığına bakıyorum tekrar: “Yaşar Kemal'in Kuşlar da Gitti ile Bestami Yazgan'ın Kuşların Masalı Eserlerindeki Söz Hazinesi”.
Şaşkınlığın büyüğünü Çınarlı Kahve'nin bulunduğu caddeye geçince yaşıyorum. Kanal Osmaniye gerçekleşmiş. Karaçay'ın suyu şirin bir kanalla Çınarlı Kahve'ye getirilmiş. Güzel bir havuz yapılmış. Kuruyan Çınar'ın yerine dikilen cılız çınar, hâlâ cıpcılız. Fakat havuzu çevreleyen salkım söğütler şahane. Oturak olarak yapılan yer fıstığı desenli banklar ne kadar çok güzel olmuş. Masalar, içilen çaylar, caddenin kıyısında köpüklü ayran yayığı tıpkı çocukluğumdaki gibi. İçimdeki ses, “Osmaniye yaşanacak yer olmuş” diyor ilk defa.
Yanımdaki görevli arkadaşa, “Araç göremiyorum çevrede çok fazla. N oldu diyorum?” diyorum. Görevli gülümsüyor, “Yürüdüğümüz bu yerin altı tamamen otopark, buralar trafiğe kapalı alanlar” diyor ve devam ediyor:“Gelirken yollara dikkat etmediğiniz mi? Alt geçitler, üst geçitler, geniş yollar, trafiğe kapalı alanlar, tramvaylar… Osmaniye, şehir içi ulaşım konusunda 2032 yılının belediyesi seçildi”. Benim şaşkınlığıma diyecek yok. “Peki, memlekette bunlar olurken ben niye duymadım” diyorum içimden kendime.
Bu gördüğüm Osmaniye, inanılır gibi değil. Rüya olmasın diye ilk kez işkilleniyorum. Rüya kelimesi ağzıma gelir gelmez tılsım bozuluyor. Önce yanımdaki görevli kayboluyor.
Sonra önünde durduğumuz Osmaniye Rahime Hatun Üniversitesi tabelası. Demek hepsi rüyaymış dememe kalmadan yıkık binalar, delik deşik yollar, hâlâ hasarlı ayakta duran binalar çeviriveriyor çevremi. Bir ses geliyor uzaklardan: “Haydi kalk, sabah namazı vakti” diyor. Uyanıveriyorum 'Büyük Osmaniye Rüyası'ndan.