Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiirinde adı geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, vatanı uğruna cepheden cepheye koşan Türk askerinin simgesi olarak anılıyor.

EY TÜRK! TİTRE ve KENDİNE DÖN!(Bilge Kağan)
Milletim İşit!Üstte gök çökmezse,altta yer delinmezse,içinden vatan hainleri çıkmazsa senin ilini ve Töreni kim bozabilir?
Ey TÜRK Milleti titreyip kendinize dönün!Siz benliğinizi, kimliğinizi,
kaybetmezseniz,kim olduğunuzu unutmazsanız,ülkü ve törenize bağlı kalırsanız başınıza hiçbir kötülük gelmeyecek...

Bir Milletin Aynası: Maraşlı Şeyhoğlu’nun Hikâyesi

“Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın hikâyesi, Türk halkının hikâyesidir.
Balkanlar’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Sarıkamış’a, cepheden cepheye koşan Türk askerinin hikâyesi ve serüvenidir.”

Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinde adı geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, aslında Sarıkamış faciasından yarı canlı kurtulan bir askerdir. Yemen Cephesi’nden Sarıkamış Cephesi’ne sevk edilen askerlerden olduğu için, üzerinde yazlık elbisesiyle savaşmak zorunda kalan, ayakkabısı olmayan, kışlık elbisesi bulunmayan, yeterince beslenemeyen; ancak vatanı için kanının son damlasına kadar mücadeleden vazgeçmeyen, gözü kırpmadan “Allah, Allah!” sedalarıyla ölüme koşanlardandır.

Sarıkamış’tan Ulukışla’ya: Yalnız Bir Dönüş

Savaş bittikten sonra köyüne, ana babasına, sevdiklerine kavuşmak için yola çıkar. Ancak soğuktan, açlıktan ve bakımsızlıktan verem hastalığına yakalanmıştır. Halsiz ve takatsiz bir hâlde Torosların eteğinde, Ulukışla mevkiinde bir hana ulaşır. Köyüne gidecek dermanı olmadığı için talihsiz asker burada yıllarca sağlığına kavuşmayı bekler. Bir türlü iyileşemeden orada Hakk’ın rahmetine kavuşarak, “uçmağa vararak” ilahî yurduna döner.

Vefat etmeden önce, zorlanarak da olsa kaldığı odanın duvarına son sözlerini nakşeder:

> “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından, yar kucağından,
Bir çiçek dermeden sevgi bağından,
Hoduttan hududa atılmışım ben.

Gönlümü çeksede yârin hayali,
Aşmaya kudretim yetmez cibâli,
Yolcuyum bir kuru yaprak misali,
Rüzgârın önüne katılmışım ben.

Garibim, namıma Kerem diyorlar,
Aslımı el almış, harem diyorlar,
Hastayım, derdime verem diyorlar,
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben.”

Faruk Nafiz’in Tanıklığı: “Hana Sağ İndi, Ölü Çıktı Geçende”

Faruk Nafiz, 1922 yılında öğretmen olarak atandığı Kayseri’ye giderken aynı handa, yani Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Hanı’nda kalır. Duvarda Osmanlıca yazılı şiiri görünce şaşırır ve hancıya olayın gerçeğini sorar. Hancı, “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende...” diye cevap verir. Ancak “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” isminden ve altına yazılmış “8 Mart 37” tarihinden başka şahıs hakkında bir bilgisi yoktur.

Şiirin altına yazılan tarih oldukça önemlidir. O dönemde kullanılan Rumi takvime göre 8 Mart 1337 olmalıdır. Rumi takvime göre Mart ayı, Miladi takvime göre 14 Mart ile 13 Nisan arasına denk gelmektedir. Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Şeyhoğlu Satılmış’ın şiirinin altına koymuş olduğu 8 Mart 1337 Rumi tarihi, Miladi 21 Mart 1921 tarihine denk gelmektedir.

Bir Münevverin Sessiz Feryadı

Han duvarına Osmanlıca estetik ve muhteşem bir yazı yazabildiğine göre, Şeyhoğlu Satılmış muhtemelen medrese eğitimi almış, okuma yazması olan bir münevverdir. Birçok Maraşlı gibi o da şair meşreplidir.
Şiirde adı geçen Maraşlı Şeyh;bazı araltırmacılara göre Maraş Mevlevihanesinin son Postnişi,piri Selim Dededir.Coşkun Çokyiğit isimli araştırmacı-yazar,Selim dedenin torunlarındandır."Geleneğinin Tadı" başlıklı makalesinde Şeyhoğlu Satılmışın acıklı hikayesini anlatmış.Anlattığına göre Şeyhoğlu Satılmış kendisinin büyük dayısı imiş!Selim Dede tarafından Şama okumaya gönderilmiş,daha sonra Maraşa dönmeden Birinci Dünya Harbine katılmış,geri dönüşünde "ince hastalığa"yakalanmış,İstanbul Vakıf Vuraba Hastanesinde bir süre verem tedavisi görmüştür.
Coşkun Çokyiğit büyük dayısı Satılmışın hikayesini anneannesinden dinlemiş.Evlerinde F.Nafızın "Han Duvarları" şiirini okuyup,oradaki Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'tan bahsedince anneannesi duygulanıp aplamaya başlamış ve "bu kişi olsa olsa benim üvey kardeşim Mehmet'tir!"demiştir.Ondan sonra da Maraşlı Mevlevi Şeyhi Selim Dede'nin oğlu Mehmet olmuş Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış!
Coşkun Çokyiğit'in konuyla ilgili anlatımı şöyle devam ediyor:
"Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış,yani büyük dayımın hikayesiyle karşılaşmam elbette beni derinden etkilemişti.Nasıl bir heyacan fırtınası estirdiysem aile bir araya toplandı ve şiiri baştan sona okuduk dinledik.Şiir bittikten sonra büyük annenin kızı,anneannem Hatice Hanım'ın gözlerinden yaşların boşandığını farkettim.Bir müddet sonra hikayesi anlatılan Mehmet'in üvey ağabeyi olduğunu,gençliğinde Şıh Turan mahalesinde bir kıza sevdalandığı için babası Selim Dede tarafından Şama tahsil için gönderildiği,daha sonra memlekete geri dönmeden savaşa katıldığını,geriye dönerken vereme yakalandığını ve yolda vefat ettiği haberini duyduklarını anlattı."Görüldüğü gibi bu bilgi tamamen bir zan ve tahminden ibarettir.Kim bilir hikayesi buna benzer Anadolu'da kaç tane Ahmet,Mehmet,Hasan,Hüseyin,Ömer,Bekir vardır.
Nice vatan evladı bu vatan uğruna savaşlara katılmış,Şehit olmuş,Gazi olmuş,yurdunu,namusunu,izzetini korumak için canını feda ederek bu cennet vatanı bizlere armağan etmiştir.Bu özlü şiir hem Satılmış'ın feryadı ve figanıdır.Hem de Anadolu evlatlarının yedi cebhede bu vatan uğruna kanlarını feda ederek,kara toprağa kefensiz girenlerin ortak ağıtlarıdır.Milletimizin anonim serzenişleridir.

Benim dedem de Cihan Harbinde Şehit olarak hakka yürümüştür.Bu vatan bedel ödenerek yurt edinilmiştir.

Vatan=Canlar
Vatan eşittir can.
Şurası da bir gerçek ki;Bedel ödemeyenler bu kutsal yurdun kıymetini bilmezler,bilemezler.Madde karşılığında yabancı ajanlara bilgi ve belge satarak çıkar sağlayan hainlerin haberleri TV. ve medyada boy boy arz-ı endam ediyor.Utanmadan da ülkemizde yaşamaya devam ediyorlar...Çünkü dedeleri,babaları,geçmişleri bedel ödememişlerdir.Bedelsiz vatanda oturuyorlar,ihanete de devam ediyor hainler.
Bu vatanın sınırları kanla çizilmiştir.Her karış toprağı şehit kanıyla beslenmiş,hayat bulmuş bizlere vatan olmuştur.
Akif'in veciz mısralarında: "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan Şüheda." anlamını bulmuştur.Her karış toprağın altında bir şehidin varlığını vurgulamaktadır
Bu şiir, hem onun şahsî feryadıdır, hem cephelerde kaybolan bütün Anadolu evlatlarının ortak ağıtıdır.

Falih Rıfkı Atay’ın Tanıklığında Anadolu’nun Evlatları

Falih Rıfkı Atay, masum Anadolu evlatlarının küçük yaşlarda, hesapsız ve kitapsız şekilde bir cepheden ötekine sürülüp kırılmalarını, şehit olmalarını; Mondros Mütarekesi’nden sonra memleketlerine dönüşlerinin hüzünlü hikâyelerini “Zeytindağı” adlı eserinde derin bir acıyla anlatır. Atay şöyle der:

> “Birçok Anadolu evladını yurttan koparmış, uzak memleketlerde çöle kaptırıyor ve şehit veriyorduk.”

Ardından Osmanlı’nın Yemen’den, Arabistan çöllerinden ve Filistin diyarlarından nasıl geri çekilişinin acıklı hikâyesini şu çarpıcı cümlelerle dile getirir:

> “Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz.
Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüssüz, Şamsız, Lübnansız, Beyrutsuz ve Halepsiz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle penrişan bulacağız...
Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor.
Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz.”

Atay, bu acıyı bir istasyon sahnesiyle ölümsüzleştirir:

> “Bir kadın istasyonda durmuş, gelip geçene:
— Benim Ahmet’i gördünüz mü? diyor.
Hangi Ahmet’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul’un aksini gösteriyor:
— Bu tarafa (çöllere) gitmişti, diyor.
O tarafa mı? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanala mı, Bağdat’a mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?
Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen ona da soracaksın:
— Ahmet’i mi gördün mü?
Hayır... Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik.
Fakat Ahmet’in her şeyi gördü, yaşadı.
Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü!”

Ve sözlerini şu sarsıcı ifadeyle bitirir:

> “Şimdi Anadolu’ya, batıdan doğudan, sağdan soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor.
Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor.
Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi ondan; hepsi ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.
Anadolu Ahmed’ini soruyor.
Ahmet’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, anlatabilsek...
Onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatarak onu övündürecek bir haber verebilsek...
Fakat biz Ahmet’i ne yazık ki kumarda kaybettik!”

Sonuç: Bir Milletin Sessiz Tanığı

Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiirinde yankılanan Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış, yalnızca bir asker değildir; o, bütün bir milletin suskun tanığı, kayıp evladı ve vicdanıdır.
Onun Ulukışla’daki o taş duvara kazıdığı dizeler, vatan uğruna yitirilen yüz binlerce isimsiz kahramanın yürek atışıdır.
Han duvarlarında donup kalan bu sözler, Türk milletinin yüreğinde hâlâ yankılanmaktadır:

“Garibim, namıma Kerem diyorlar...
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben...

Ülke'mizin, Millet'imizin ilalebet hür ve huzurlu yaşaması umuduyla...

Nice mutlu bayramlara...