Payas'ın 200 m. kadar üst tarafında, meşe ormanlarıyla kaplı oldukça sarp ve müstahkem bir yer olan Karbeyaz'da oturan Küçük Ali 1760'ta “Ayan” seçilmiştir.
Oğlu Dede Bey zamanında Payas Kalesindeki topların getirilmesi, 3.000 kadar silahlı adamı ile kendisini almaya gelen Valinin askerlerine direnmesi Karbeyaz mevkiinin özelliğini ve stratejik önemini göstermektedir. Karbeyaz, Dadaloğlu'nun türkülerine de girmiştir.
“Gidip Karbeyaz'dan sular getiren
Dört yanında meyvelerin bitiren.
Çınar sana arka verip oturan
Havranalı büyük beyler nic'oldu?”
Ayan olarak görev alan Küçük Ali, oğulları ve adamları ile birlikte Payas kervanlarını soyan ilk derebeyidir.
1768'de başlayıp 7 yıl süren Osmanlı-Rus savaşı 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması tarihimizdeki ikinci hezimettir.
Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti gelirinin yarısı miktarı olan 7,5 milyon kuruşu Rusya'ya savaş tazminatı olarak ödemiştir.
1768 yılında Osmanlı-Rus savaşında cepheye giden bölge valilerinin yokluğunda Küçük Ali, Bursa'dan Halep'e ipek götüren zengin bir kervanın 15 yük malını Payas yolunda yağma etmiştir.
Bu yağma ile aşiretlerin dişine kan değmiştir.
Dışarıda düşmanla uğraşan Osmanlı Devleti Payas sorununa çözüm için Küçük Ali'yi Özerli Sancağına Mirimiran (Paşa) tayin etmiştir. (M. Terzi, M. Terzi, age)
Payas'tan geçen kervanları soymaya devam eden Küçük Ali'nin yakalanıp idam edilmesi için Sadaretten iki defa ferman gönderilmiştir. Ama Küçük Ali hem yakalanmamış hem de soygunlarına devam etmiştir.
Küçük Ali 1778 yılında vefat etmiştir.
Küçük Ali'nin ölümünden sonra oğlu Halil “Payas Ayanı” seçilmiştir. Halil Bey, babası gibi Payas yolundan geçen kervanları soymaya devam etmiştir.
Hatta Halil Bey boş gezen leventleri yanına alarak denizyoluyla Karataş İskelesine geçen tüccar gemilerini de yağma etmiştir.
Ekim 1778'de Karataş'ta içinde Şam valisinin tatarının, Kapu Kadısı ve bazı Fransız tüccarlarının da bulunduğu tüccar gemisinin yağma edilmesi Sadareti çok tedirgin etmiştir.
Dışarıda Ruslarla harp halinde iken içerde hac ve tüccar kervanlarının geçtiği Payas yolunun güvenliği meselesi Hükümet için çok ciddi hale gelmiştir. Çare olarak şimdilik Halil Bey affedilmiş ve Paşalık unvanı verilerek Payas'a Mirimiran/Beylerbeyi tayin edilmiştir.
1782 yıllında İsveç Atina konsolosunun malları Payas'ta gasp edilmiştir.
Eylül 1790'da Payas iskelesine gelen Kaptan Gotiye'nin kullandığı Fransız gemisi yağma edilmiştir.
Haziran 1789'da Payas yolu güvenli olmadığı için Surre Alayı Maraş üzerinden hacca giderken Halil Bey tarafından Maraş basılmıştır.
İstanbul'a ailesiyle dönen Halep kadısından cebren ve kahren 10.000 kuruş nakit akçe alınması Osmanlı Devleti için en büyük sorun haline gelmiştir.
Halep kadısının saraydan parasını istemesi üzerine Sultan 1. Abdülhamit'in “Halil Bey yakalandığında parasının tahsil edileceğini” söylemesi Osmanlının çaresizliğinin en güzel ifadesidir.
Misis köprüsü yıkıldığı için Halil Beyin “Çırnak” denilen kayıklarla Ceyhan Nehri'nden karşıya geçirilen yolculardan köprünün tamiri için denilerek “Deli Dumrul misali” para tahsil edilmiştir.
1804 yılında hacdan dönen kervanlar sayesinde Payas'ta ticaret yeniden canlanmış ise de aynı yıl Rus kaptan Lasgari Kornelyo'nun kullandığı bir gemi Payas'ta basılarak mallarıyla birlikte gasp edilmiştir.
Surre Alayı'nın geçişi esnasında Halil Bey, Adana'daki Karalar aşiretinden alacağı olan 100.000kuruşun tahsili için Surre Emini'nden zorla senet almıştır.
Hatta Medine Mollası Debbağzade'yi de eşyası ile birlikte rehin almış ve Payas Kalesine atmıştır.
Üstelik bunlar Valide Sultanın hazinedarı Hatice Ustanın sakabaşılarının eşyalardır. Hatta Esma Sultanın cariyelerinden Dilkarar Ustanın kıymetli eşyaları, Surre-i Humayun'un eski emini Osman Beyin mücevher sandığı da alınmıştır.
Tüccarlar hatta hacılar Payas'ta soyulduğu gibi gemiyle Karataş'a geçecek olsa denizde soyulduğu, Maraş üzerinden geçse Maraş'ın basıldığı olmuştur.
Zorkun yolu üzerindeki Hacbel isminden dolayı Hacıların bir ara da Gavurdağı üzerinden geçtiği de anlaşılıyor.
Küçükalioğullarının en belalısının Halil Bey olduğu anlaşılıyor.
Osmanlı Devleti çaresizdir.
Payas yolunun güvenliğini sağlamak için çare olarak Halil Bey 3 defa affedilmiştir.
Halil Bey'in ölüm haberini getiren tatarı Sultan 3. Selim 40 kuruş değerinde bir orta kaput muştuluk ile ödüllendirmiştir.
Halil Paşa'ya neden devlete itaat etmediği sorulduğunda demiştir ki;
“Efendi birader! Devlet dedikleri yalnız saltanat mıdır? Yoksa vükela-yı umur-ı devlet midir? Eğer yalnız saltanat ise bütün emirlere boyun eğeriz. Zira saltanata karşı kıl kadar isyan edenlerin nikâhları sahih olmaz. İkincisi bir devlette birkaç padişah olmaz. Biz ancak bir kişiyi padişah tanırız. Müslüman olduğumuz için imam-ı müslimine itaatimiz tamdır.” (A. Terzi, age, s.68)
Halil Bey 1804 yılında ölmüştür.
Halil Beyin ani ölümü üzerine oğlu Dede Bey kendisini “Ayan” gibi görerek yörenin vergilerini toplamaya devam etmiştir.
Dede Bey, Sadarete şirin görünmek için Payas kalesinde rehin tutulan Medine mollası Debbağzadeyi serbest bırakmış, babasının gasp ettiği malları da iade edeceğini söyleyerek af istemiştir.
Affedilen Dede Bey Mirimiranlık beratı ile Üzeyir Sancağı Mutasarrıflığına tayin edilmiştir.
Dede Bey babasının gasp ettiği mücevher sandığını Sadarete göndermişse de 40.000kuruşu vermemiştir. Sebep olarak ta babasının mescitler yaptırdığını, Deliçay üzerine köprü kurduğunu söyleyip, “Payas dağlarının bütün taşları altın olsa babamın borçlarına yetmez” demiştir.
Halep Valisi Celaleddin Paşa, Dede Bey üzerine hareket düzenlemişse de Payas Kalesindeki topları getirip kurduğu Karbeyaz'da, 3.000 kadar silahlı adamı ile 12 gün direnen Dede Bey bir gece yarısı kaçıp Bahçe ayanı Fettahoğlu Ağca beyin yanına gitmiştir.
Savaştan dönen Halep Valisi Celalettin Paşa ve Adana Valisi Belenli Mustafa Paşa, Ekim 1816'da gönderdiği mektupla Dede Beyin ve ona yardımcı olan Bulanık Ayanı Fettahoğlu Ağca Beyin, Reyhanlı aşireti boybeyi Mürseloğlunun da yakalanıp idam edilmesinin “farz-ı ayın” olduğunu Sadarete bildirmiştir.
1817 yılında kaçarken Andırın'da yakalanarak idam edildi.