Genç olmak, bazen çok yorucu bir hâl. Bir yanda koskoca hayaller, diğer yanda hiç bitmeyen kaygılar… “Ne olacağım, nasıl bir hayat kuracağım, insanlar benden ne bekliyor?” soruları zihnin içinde durmadan dönüp duruyor.
Ama işin en ilginç tarafı şu: Gençlik tam da bu karmaşanın içinde güzelleşiyor. Çünkü insan, kendini en çok bu dönemde keşfediyor. Kendi kırılganlıklarını fark ediyor, düşe kalka öğreniyor ve her defasında biraz daha güçleniyor.
Evet, gençler kolay incinir. Bazen bir söz bile dünyalarını karartabilir. Ama bilmeliyiz ki kırılganlık aslında bir eksiklik değil; tam tersine büyümenin işaretidir. İnsan hangi yarasını görüyorsa, oradan güçlenmeye başlar.
Bir de özgürlük meselesi var. Hepimizin etrafında bir sürü “yapmalısın”, “olmalısın” diye başlayan cümle dolaşıyor. Ailenin, toplumun, çevrenin beklentileri… Ama gençlik, kendi sesini bulduğu anda güzelleşir. Zincirleri fark etmek, kendi yolunu çizebilmek işte gerçek özgürlük odur.
Bugün gençlerin omuzunda eskisinden daha ağır yükler var: sosyal medya baskısı, rekabet, hızlı değişen dünya… Fakat bu yük aynı zamanda onları daha bilinçli, daha güçlü ve daha dayanıklı yapacak. Çünkü her zorluk, aynı zamanda bir öğrenme fırsatıdır.
Ve belki de en önemlisi: Sessizleşmek. Kendi iç sesini duymak. Bir an durup “Ben ne istiyorum? Gerçekten bana ne iyi gelir?” diye sormak. Çünkü özgüven, başkalarının alkışlarından değil, kendi içinden gelen cevaptan doğar.
Sonuçta gençlik bir yolculuk. Zor, inişli çıkışlı ama bir o kadar da heyecan verici. Ve inanın, her genç kendi yolunu bulacak gücü zaten içinde taşıyor. Kırılganlıklar güç olacak, belirsizlikler yön gösterecek. Yeter ki içlerindeki o ışığı kaybetmesinler.