Klişe fakat kabul görmüş genel bir yargıyla cümlelerime başlamak istemezdim. Fakat siz de hoş göreceksinizdir ki uzun zamandır masa başına oturup ta sizinle, sizin için iki lafın belini kırmıyorum.
Bu anlamda uzun zaman sonra yazdığım konunun girişine genel bir yargı cümlesi ile başlayarak, biraz kolaycılığa biraz da konfor alanıma kaçıyorum diyebiliriz.
Millet olarak “balık hafızalı” olmamız, sahip olduğumuz hem büyük bir lüks hem de lanetimiz olsa gerek. Oysa, hayatın olağan akışında olan biten her şeyin sebep-sonuç ilişkisine dayandığı gerçeğini hiçbirimiz yadsıyamaz. Sebepler geçmişi, sonuçlar ise şu anı ya da geleceği ifade ediyorsa geçmişi hatırlayamamak olaylar arasında bağ kurmayı zorlaştırıyor veya imkânsız hale getiriyor. Hal böyleyken anlamlandıramadığımız olayların konuları da ilgi alanımızdan çıkıyor. Bu bir sorun mu? Şayet bu olayın sonuçları kitlesel bir etki yaratacaksa evet. Hele ki toplum mühendisliğine soyunmuş ve bizlerin enformasyon bombardımanı içinde geçmişe dönük hadiselerin birbirleriyle ilişkisini kuramayacak seviyeye geldiğimizi bilen manipülatörler tarafından kullanılan bir zaafımız ise tahminimizden çok daha büyük sorun demektir. İşte bu sebeple uzun bir girişle sizi bundan sonra yazacaklarıma hazırlamak ve 2019 yılına götürerek hafızamızın dehlizlerini biraz da olsa aydınlatmak istiyorum.
Süleyman Soylu’nun İç İşleri Bakanı olduğu yıllar ve “Demokrasi ve Ahmaklık” üzerine, garip siyasi bir Polemik: Ekrem İmamoğlu ve Süleyman Soylu Tartışması...
30 Ekim 2019'da Fransa’nın Strazburg kentinde düzenlenen Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, önemli bir konuşma yaptı. Esasında bu konuşma ve ziyaret akıllarda İmamoğlu’nun “Avrupa Parlamentosuna Türkiye’yi şikâyet etti.” Biçimde kaldı. Sanki Ekrem İmamoğlu tüm konuşmasını bu kurgu üzerine yapmışçasına haberler ve görseller yayınlandı. Oysa kendisi, İstanbul’da tekrarlanan seçimler sonrası Türkiye’nin demokrasi serüveninin sadece ülkemiz için değil, tüm dünya için öğretici olduğunu dile getirerek, demokrasinin farklı dinamiklerini ve zorluklarını gözler önüne seren bu süreci anlatmaya çalışıyordu. Dünya basınından temsilciler de bu konuşmayı yerinden izliyor, Dünyanın gözbebeği İstanbul’un yeni Belediye Başkanını hem tanımaya hem de başkanlık seçimlerinde tekrarlanan seçim sürecine ilişkin olayları merak ettiğinden sorular soruyorlardı. İşte ne olduysa buradan sonra oldu.
Konuşmasında İmamoğlu, sadece İstanbul seçimlerine değil, Türkiye’nin genel siyaset sahnesine dair önemli mesajlar vermişti. Hatırlarsanız özellikle mülteciler, kayyum atamaları ve gelecekte karşılaşabileceği engellere dair sorulara yanıt verirken, aynı zamanda ülkedeki demokratik değerlerin altını çizen bir tavır sergilemişti. O günkü konuşmasında yalnızca İstanbul halkına değil, uluslararası arenaya da demokrasi mesajı veriyordu. Söz konusu konuşma yerel ya da bölgesel değil, daha global ve evrenseldi. Ancak bu konuşma, Türkiye’de büyük bir tartışmayı da beraberinde getirdi.
4 Kasım 2019’da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İmamoğlu’nu hedef alarak sert bir çıkış yaptı: “Avrupa Parlamentosu'na gidip, Türkiye'yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek” dedi. Siyasetin gergin ve zaman zaman dozu kaçan diline alışkınız, fakat bu sözler İç İşleri Bakanı makamında oturan bir bakanın sözleriydi. Dolayısıyla iç işlerimiz dış işlerin etkisiyle biraz karışmış oldu. İstanbul’u muhalefete, aynı seçimin tekrarlanması usulü ile iki kere kaybeden iktidar taraftarları Bakan Soylu'nun sözlerini de referans alarak, fırsat ve imkân buldukları her platformda siyaset arenasını ve gündemi daha da gerdi. “Ahmak” kelimesi muhalefet ve iktidar arasında adeta soğuk duş etkisi yaratmıştı.
Ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanına yönelik bu sert sözlerin ardından gözler, İmamoğlu’na çevrildi. İmamoğlu'nun cevabı ise diplomatik olmanın ötesinde, kendi tarzına has bir sertlikteydi derdim fakat, artık kendisi sıradan bir ilçe Belediye Başkanı değil bir metropolün, İstanbul’un Belediye Başkanıydı. Öyle ki uluslararası konferanslara davet alıyordu. Bunu çok kısa bir anlık unutmuş olacak ki “Ben lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adama bakarım adam mı diye derim. 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır " diyerek bulunduğu konumun ağırlığına pek de uygun olmayan hatta kabul görmeyecek bir üslupla karşılık vermiş oldu.
Şimdinin eskisi, o zamanın bakanı olan Soylu’nun makamı çok mu uygun “Ahmak” yakıştırmasına? diyecek olanlar için şimdiden cevap vermiş olayım ki elbette değil. Hatta, kendi siyasi tecrübesi de buna engel olmalıydı. Zaten millet olarak siyasi adap ve üslubu özlemiş bizler, bu ağzı kullanmayan kişileri seçmek istiyoruz artık. Neyse konumuza dönelim…
Bu yanıt, aslında Türkiye siyasetinde yeni bir tarzın habercisiydi. Bu tartışma, aslında Türkiye siyasetinin son yıllardaki kutuplaşmasının bir aynası. Bir yanda eleştiri, hatta hakarete varan sert politik bir dil; diğer yanda ise tarafların taraftarı arasında bitmeyen polemikler, öte yandan Türk ve Dünya basının konuya yaklaşımı ve ülkemizin imajı. Bazı kaşeleri pahalı yorumcular İmamoğlu’nun Soylu’ya verdiği yanıtı sadece bir kişisel tartışma olarak kalmadığını, demokrasi mücadelesinde halkın iradesine saygı göstermeyenlere karşı sert ama incelikli bir uyarı niteliği taşıdığını söylerken bazıları da Soylu’dan ve iktidardan yana safını belirlemiş oldu.
Bitti mi? Bitmedi! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun Bakan Soylu’ya cevap vereceğim derken seçimlerin tekrarı için karar veren YSK’yı da bu işin dahil ederek verdiği cevapla, YSK’nın davacı olmasına zemin oluşturdu. Koz vermek nedir? diye sorsalar sanırım bu tarihi ve asla eskimeyecek bir örnek olurdu. YSK durur mu? Hemen İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılı suç duyurusunda bulundu. Mağdur olduk, İmamoğlu bize hakaret etti dedi. Başsavcılık harekete geçti ve hazırladığı iddianamede İmamoğlu'nun "kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen hakaret" suçundan 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar hapisle cezalandırılması istedi. İddianame 28 Mayıs 2021 tarihinde İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi ve dava süreci başladı. Mesele Bakan Soylu ile sözlü tartışmanın çok ötesine geçmişti.
İmamoğlu’nun avukatları ve hukuki süreci takip eden bazı CHP’li vekiller “yaz atamasında hâkim değişti, biz bu hâkimi istemiyoruz” dese de reddi hâkim talebi reddedildi. Davanın hâkimi ilginç bir çıkışla gazetelere manşet olacak sözler sarf edince tarafsız olduğuna yönelik tartışmaları da beraberinde getirmiş oldu. Davanın hâkimi "Bu cümlenin Süleyman Soylu'ya söylenmediğini düşünen varsa dünyada; gelsin, biraz da gülelim. Herhangi bir çözümleme yapmaya gerek yok. Bu sözü kime söylediği belli. Süleyman Soylu'ya söylemiştir. Ben de o şekilde düşünüyorum" diyerek esasında tarafını da belli edip, ikili arasındaki üslup uyumuna katılmış oldu.
14 Aralık 2022 tarihine ertelenen davanın gününde yine siyasi ve tarihi bir hadise vuku buldu. Bir şehrin Belediye Başkanı tarafsız yargılanmıyorum, bana haksızlık edilecek. Saraçhaneye gelin. Bana destek olun çağrısında bulunarak, Türkiye’de benzeri görülmemiş bir olaya imza attı. Tabi sözler böyle değildi ama böyle de olsa yadırganmazdı ve bu anlama çıkıyordu. Gözler CHP Genel Merkeze çevrilmiş, herkes Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu arıyordu. Arıyordu da kendisi Almanya programı için çoktan gitmişti. 11 Kasım 2022’de davanın Aralık 14’te görüleceği belliyken, o tarihe Almanya’ya ziyaret programı koyduran Kılıçdaroğlu, eleştirilerin açık hedefi olurken daha sonrasında miting meydanına dönen Saraçhane toplantısı için bana söylemediler, ben de sosyal medyadan öğrendim ama Ekrem beyi aradım demişti.
Nasıl ama?
Bak anlaşılmama ihtimaline karşı kaba bir özet geçiyorum. Parti olarak İstanbul gibi bir şehrin hakimiyetini yıllar sonra seçimle yani tabiri caizse eline al, bu seçim galibiyetinin baş rolündeki kişi (üslubun kendi hatası bile olsa) bir davanın sanığı durumuna düşsün ve başkanlık koltuğundan edilmek için siyasi yasak gündeme gelsin, genel başkanı da bu kritik süreçte Almanya’da olsun. Sen bu süreçte başkanını adeta “sen halledersin Ekrem” diyerek yalnızlığa terk edersen, Saraçhane’deki toplanmayı da sosyal medyadan öğrenirsin derler ama neyse ki nezaketli insanlar da dememişler.
Kılıçdaroğlu çok eski ve tecrübesiyle siyaset dersini akademik düzeyde verebilecek biri. Kimse bunu inkâr edemez. Hal böyle olunca bu davanın gidişatının da nereye evrileceğini bilmiyor gibi yapması masumane bir duygu durumu yaratmıyor ne yazık ki. Bak ya yine koptuk konunun özünden!
Aradan uzun bir zaman geçti. Siyasette 24 saatin çok şeyin değişimine sebebiyet verebilecek kadar uzun bir zaman dilimi olduğunu savunuyorsak 2 yıl oldukça uzun bir zaman. Bu süreçte CHP genel kurultayı yapıldı ve Genel Başkanı değişti. CHP’de değişim rüzgârı, muhalefette sıcak bir yaz gününde kumsalda güneşlenirken ve sıcaktan bunalmışken esen tatlı bir meltem edasıyla estirildi. Fakat, tüm bileşenleriyle umut ektiren ana muhalefet partisi, tabanına yumuşak jöle kıvamı bir şey ektirdi.
Her yeni başlayan güne uyanmanın güç olduğu ve acaba bugün ne diyecekte kendisini savunmak zorunda kalacağımız bir durumda kalacağız paranoyası bitirdi bu CHP’li seçmen dostları. Bu nasıl yumuşama dedirtecek ve sarı muhalefetten pembik, tatliş bir muhalefete geçiş sürecinin dayatılması da ayrıca konuşulması ve üzerine düşünülmesi gereken bir husus.
Bugün kendisine mikrofon uzatılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na açılan 'ahmak davası' ve siyasi yasak istenmesiyle ilgili, "Ekrem İmamoğlu'nun olası bir Cumhurbaşkanı adaylığı ya da Ekrem İmamoğlu'nu bir kısıt getirmek için kumpas kurmuşlar, kumpasın piyonu Süleyman Soylu" dedi. "Buradan bir cezanın olabilirliğini kimse normalleştirmeye çalışmasın" diyen Özel, "Bunu biz kabul etmiyoruz. Böyle bir saçmalık, böyle bir şuursuzluk yok" ifadelerini kullanarak bir Genel Başkan olarak İBB Başkanına sahip çıktı. Lakin söz İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirecek cezanın İstinaf'ta onaylanma ihtimali üzerine Genel Başkan ve heyetinin ABD’de olacağına ve olası bu durumda ne yapacağına gelince, her ihtimali değerlendirdiklerini ve yaşanabilecek her türlü senaryoya hazırlıklı olduklarını açıklayarak ABD’ye gitti.
Açıklamanın ne derece iç rahatlatan bir açıklama olduğunu tartışmak istemem ama aksi bir durumda bunu saçmalık olarak buluyorum. Beklemiyordum demez umarım. Siyasi liderlerin beklenmedik durumlara beklemiyordum cevabını vermesi çok da lider açıklaması değil zira. Bugün hala Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda yeni dönemeçler yaşanırken, bu tartışmanın yankıları sürüyor. Belli ki daha da uzun süreler devam edecek. İmamoğlu’nun o günkü konuşması, seçimlerin yalnızca bir teknik süreç olmadığını, demokrasi mücadelesinin ise her platformda, her kesim tarafından, her zeminde verilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Bu mücadelede “ahmak” davası sınavının başarılı kişisi kim olur bilinmez ama siyasi söylemde sokak ağzının sınıfta kaldığı kesin…