Necip Fazıl Kısakürek, Türk edebiyatının, düşünce hayatının ve siyasetinin en karmaşık, en çok tartışılmış ve en etkili isimlerinden biridir.
Hem derin bir sevgi ve bağlılık hem de keskin bir muhalefet ve eleştiri odağı olmasının nedeni, fikirlerini cesurca ve kimseden sakınmadan, doğrudan ifade etmesi ve hayatının farklı dönemlerinde farklı kesimlerin "damarına basmasıdır".İşte Necip Fazıl'ın "damarına bastığı" ve onu eleştiren kesimler ile seven kesimlere dair bir analiz:
Kimlerin/Neden "Damarına Bastı"? (Eleştirilen ve Tepki Çeken Yönleri)
1. Kemalist/Laik Seçkinler ve Bürokrasi:
Neden? Necip Fazıl, özellikle 1940'lardan sonra benimsediği İslami-muhafazakar düşünce çizgisini, tek parti dönemi ve sonrasının katı laiklik anlayışına karşı keskin bir eleştiri silahı olarak kullandı. "Büyük Doğu" dergisinde Cumhuriyet'in kurucu kadrolarını, laiklik uygulamalarını ve Batıcılık politikalarını sert bir dille eleştirdi.
Hangi Damar? Resmi ideolojinin ve devlet eliyle yürütülen modernleşme/toplumu dönüştürme projesinin damarına bastı. Bu nedenle dergisi defalarca kapatıldı, eserleri toplatıldı ve kendisi hapse atıldı.
2. Sol ve Liberal Aydınlar:
Neden? Soğuk Savaş döneminde komünizme şiddetle karşı çıktı. Anti-komünist söylemi o kadar güçlüydü ki, bu onu zaman zaman sağcı iktidarlarla bile yakınlaştırdı. Aynı zamanda, Batı tipi liberal demokrasiyi ve kapitalizmi de "materyalist" ve "maneviyattan yoksun" olduğu gerekçesiyle eleştirdi.
Hangi Damar? Dönemin solcu ve marksist aydınlarının yanı sıra, Batıcı liberal kesimin de damarına bastı. Ona göre her iki kutup da Türkiye'yi değersizleştiriyor ve maneviyattan koparıyordu.
3. "Yobaz" Olarak Gördüğü Din Adamları ve Tarikatlar:
Neden? Belki de en az bilinen ama onun en özgün yanlarından biri, kendi inandığı İslam anlayışını son derece radikal ve eleştirel bir şekilde savunmasıydı. "Din softası", "şeriatçı geçinen ham yobaz" gibi ifadelerle, donmuş, hurafelere dayalı, Atatürk düşmanlığı üzerinden politize olmuş, cehaleti kutsayan dindar kesimi acımasızca eleştirdi.
Hangi Damar? Kendi safında görünen ancak onun "Öz İslam" anlayışına uymayan, siyasi İslamcılığın pragmatizmini eleştirdiği muhafazakar çevrelerin damarına bastı. Ona göre İslam, bir "protesto dini" değil, bir "hakikat ve aksiyon dinidir".
4. Sığ Sanat ve Edebiyat Anlayışı:
Neden? Sanatı, "Allah'ı arayış" olarak gören metafizik üslubu ve derin felsefi sorgulamaları, dönemin sığ "sanat toplum içindir" veya "sanat sanat içindir" anlayışlarına meydan okuyordu. Popüler ve basit edebiyatı küçümsüyordu.
Hangi Damar? Kendi içerisinde bölünmüş edebiyat dünyasının genel olarak sığlık damarına bastı.
Neden Sevenleri Bu Kadar Sevdi? (Sevenlerinin Gözünden Necip Fazıl)
1. Fikri Cesareti ve Duruşu: Sevenleri onu, tek başına bir ordu gibi, hiçbir güce boyun eğmeden inandığı davayı savunan bir "dava adamı" olarak görür. Hapislere, baskılara, yokluklara rağmen fikrinden taviz vermemesi takdir edilir.
2. Entelektüel Derinliği: Sadece bir şair değil, aynı zamanda bir fikir adamı, bir mütefekkirdir. Türk gençliğine bir dünya görüşü, bir "Büyük Doğu" ideali sunmuştur. "İdeolocya Örgüsü" ile sistematik bir fikir vermeye çalışmıştır.
3. Eşsiz Edebi ve Poetika Yeteneği: Türkçenin en güçlü şairlerinden biri olarak kabul edilir. "Kaldırımlar", "Çile", "Reis Bey", "Bir Adam Yaratmak" gibi eserlerle Türk edebiyatında silinmez bir iz bırakmıştır. Onu sevmeyenler bile şiirdeki ustalığını kabul etmek zorunda kalır.
4. Muhafazakar Kesimin Sesi Olması: Cumhuriyet'in erken dönemlerinde dışlanmış, baskılanmış hisseden dindar-muhafazakar kesimler, Necip Fazıl'ı kendi seslerinin yükseltilmiş hali, bir "kahır ve şikâyet şairi" olarak görmüş ve benimsemiştir. O, onların yaşadığı kimlik bunalımını, özlemini ve isyanını dile getirmiştir.
"Dua Eden" Bir "Duayen”
Necip Fazıl Kısakürek, "duayen" sıfatını sonuna kadar hak eden, hem edebiyat hem de fikir dünyasında bir öncü, bir ustaydı. Aynı zamanda, sürekli bir arayış içinde, kendi deyimiyle "çile" dolu hayatında "dua eden" bir mümin portresi çizdi.
Gerçek şu ki: Necip Fazıl, kimsenin görmezden gelemeyeceği, kayıtsız kalamayacağı devasa bir figürdür.
Onu anlamak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasi, fikri ve toplumsal çatışmalarını, travmalarını ve dönüşümlerini anlamaktan geçer. O, hem sevenlerinin hem de sevmeyenlerinin kendi dünya görüşlerini test ettikleri, kendilerine bir pozisyon belirledikleri bir "mihenk taşıdır". Bu yüzden, ona olan sevgi de nefret de asla sıradan veya ılımlı olmamış, daima yoğun ve tutkulu bir hal almıştır.