Bir milletin ruhunu anlamak istiyorsak, o milletin sanatkârlarına kulak vermeliyiz.

İşte bu topraklarda kalemiyle yürekleri titreten, fikirleriyle nesillere yön veren büyük bir mütefekkir: Necip Fazıl Kısakürek. Sadece bir şair, bir yazar değil; aynı zamanda bir çağrının, bir kültürün ve bir dirilişin adıdır.

Necip Fazıl, edebiyatımızda sadece estetik değil, aynı zamanda derin bir fikir adamı olarak yer alır. Onun mısralarında yalnızca kafiyeler değil, inançlar, acılar, arayışlar ve bir milletin yeniden uyanışı vardır. “Sakarya Türküsü”yle hüzünlenmeyen, “Çile”siyle sarsılmayan bir yürek var mıdır bu memlekette?

O, Batı’dan gelen rüzgârlara karşı Doğu’nun irfanıyla durmayı bilen bir kalemdi. “Büyük Doğu” düşüncesi, onun kültürel mücadelesinin ve medeniyet idealinin merkezinde yer aldı. Kendi ifadesiyle “tohum saçan” ama “hasat beklemeyen” bir dava adamıydı.

Necip Fazıl, kültürel kimliğimizi yeniden inşa etmeye çalışanların yolunu aydınlatan bir meşaledir. O sadece şiirleriyle değil, tiyatrolarıyla, fikir yazılarıyla, konferanslarıyla bir medeniyet tasavvurunun mimarıdır. Özellikle gençlere verdiği önem, onu bir neslin fikir babası haline getirmiştir.

Bugün kültürel yozlaşmanın ve kimlik bunalımının konuşulduğu bir dönemde, Necip Fazıl gibi düşünürlerin söylediklerine daha çok kulak vermemiz gerekiyor. O, bize sadece bir dilin değil, bir inancın ve ruhun da nasıl savunulacağını öğretti.

Necip Fazıl Kısakürek’i anlamak, bu coğrafyada var olmanın ne demek olduğunu kavramaktır. O hâlâ aramızda; kitaplarında, fikirlerinde, hatırlayanların gönlünde yaşıyor.