Toplumların tarihi, sadece büyük savaşlar, devrimler ve siyasi değişimlerle değil; aynı zamanda suskunluk ve kabullenmeyle de şekillenir.

Bugün yaşadığımız çağda, özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada, “susmak” ne yazık ki giderek yaygınlaşan bir davranış biçimi haline geldi. Oysa susmak, beraberinde alışmayı getirir; alışmak ise zamanla korkuyu doğurur.

Tarih bize gösteriyor ki, iktidarlar sessiz, itaatkâr ve korkak toplulukları yönetmekte daha kolaydır. Bu yüzden halkın sesi yükselmeye başladığında ya baskı artar ya da dikkat başka yönlere çekilir. Eski Roma’da bu, “ekmek ve gladyatörler” politikasıyla sağlanıyordu; halk fakirliğini unutacak, eğlenceyle oyalacak, böylece gerçek sorunlar gözden kaçırılacaktı.

Bugün ise farklı araçlar kullanılıyor. Dinin, inancın, milliyetçiliğin, bayrağın, vatanın kutsallığı argümanları bir yandan toplumu bir arada tutmak için kullanılırken, diğer yandan da dikkatler gerçek meselelerden uzaklaştırılıyor. İnsanların en çok araştırdığı haberlerin yardım ve destek haberleri olması, aslında toplumun derin bir çaresizlik içinde olduğunu, sesini duyurmakta zorlandığını gösteriyor.

Susturulmaya, yönetilmeye çalışılan bir toplum, kendi kaderine yabancılaşır. Kendi sorunlarını konuşamaz, sorgulayamaz hale gelir. Bu sessizlik ise iktidarların işini kolaylaştırır. Çünkü alışmış, korkmuş bir toplumu kontrol etmek her zaman daha basittir.

Peki çözüm ne?

Öncelikle susmamak. Korkmamak. Ve en önemlisi, alışmamak. Evet, alışmamak… Çünkü alışmak, değişimi engelleyen en büyük zincirdir. Toplumların uyanması, sesini yükseltmesi, gerçekleri konuşması ve eleştirel düşünmesi gerekir.

Unutmayalım ki tarih, susanların değil, sesini duyuranların hafızasında yaşar. Sessizlik sadece karanlığı büyütür.