Dedi ki: Merhaba. Özür dilerim. Biraz geciktim ama haklı gerekçem vardı. Beni hoş göreceğinizi düşünüyorum.
Dedi ki:
Merhaba. Özür dilerim. Biraz geciktim ama haklı gerekçem vardı. Beni hoş göreceğinizi düşünüyorum.
Dedim ki:
Merhaba. Paylaşmak istersen dinlerim. Elbette hoş görürüm.
Dedi ki:
Teşekkür ederim. Belki akışta anlatırım. Kahve tadındaki sohbetimizin konusu ne olsun.
Dedim ki:
HOŞGÖRÜ olabilir. Sanki konuyla gelmiş gibi oldun.
Dedi ki:
O halde ilk soru: Hoşgörü bir kuşak sorunu mudur?
Dedim ki:
Elbette değildir. Seninle böyle bir sorunumuz olduğunu düşünmüyorum. Aynı kafadan olmamıza gerek yok birbirimizi anlamak için. Belki de en büyük zenginliğimiz bu farklılıklarımız.
Dedi ki:
Peki kainatta her şeyden bu kadar çok varken, herkese, her şey yetebilecekken, neden?
Dedim ki:
Bu soru, bambaşka bir konuya bizi taşıyabilir. Bir gün İNSANI KONU EDİNİRİZ. Hem de tüm özellikleriyle. İstersen tekrar konumuza dönelim.
Dedi ki:
Peki, nedir hoşgörü?
Dedim ki:
Kendimizin düşünceleriyle çelişse bile, başkalarının düşünce ve kanılarını özgürce dile getirmelerinden rahatsız olmama, onların geçerliliklerine karşı tepki göstermeme tutumudur.
Dedi ki:
Her şeye hoşgörü ile bakmamız mümkün mü?
Dedim ki:
Aslında hoş görmek olaylara önyargısız yaklaşmaktır da diyebiliriz. Şunu karıştırmayalım. Hoşgörmek her şeye izin vermek yada affetmek anlamlarına gelmez. Hoşgörü, olayları ve olguları reddetmemektir.
Hepimiz aynı dünyada benzer olayları yaşayarak deneyimliyoruz. Bu yaşantıları kendi değerlendirme sistemimizden süzdükten sonra da bu yaşantılara yönelik yargılara varıyoruz. Bu değerlendirme süreci herkeste aynı şekilde işlemez.
Dedi ki:
O halde hoşgörü bir anlamlandırma biçimidir diyebilir miyiz?
Dedim ki:
Kesinlikle... Bizi mutlu ya da mutsuz kılan yaşadıklarımız değil, yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlardır.
Dedi ki:
Zaman zaman öyküler anlatırdınız. İçim geçe geçe dinlerdim. Bana bir öykü anlatır mısınız?
Dedim ki:
Öncelikle kavve için teşekkür ederim. O halde öykümüz de kahve tadında olsun.
Dedi ki:
Afiyet olsun... Bekliyorum!
Dedim ki:
Mevlana bir gün arkadaşlarıyla kıra çıkmış.
O esnada sürü halinde köpeklere rastgelmişler.
Hayvancıklar öyle sevimli, öyle hoş muhabbetle şakalaşıp oynaşıyorlarmış ki…
Mevlana da manzarayı bir süre seyretmiş. O sıra da içlerinden biri:
“-Köpeklerin muhabbeti ne güzel. Aralarındaki hoşgörü ve saygı bize güzel örnek” demiş.
Mevlana, bu sözün sahibinden, hemen gidip kasaptan birkaç kemik getirmesini istemiş.
Kemikler gelince; ”bu kemikleri köpeklere atın”, demiş.
Kemikler atılır atılmaz köpeklerin sevgiyle oynaşmaları birden bitmiş.
O an kıran kırana bir kemik kapma mücadelesine başlamışlar.
Biraz önce birbiriyle oynaşan köpekler, o an kapışıyorlarmış.
Mevlana yanındakilere;
“Biraz önce burada gördüğünüz muhabbet, köpek muhabbetiydi.
Köpeklerin muhabbeti, aralarına bir kemik düşünceye kadardır!…”
Dedi ki:
Yine mest oldum. İyi ki, babamsınız!