Kurban Bayramı coşkusunu yaşıyoruz. Allah’ın emrettiği kurbanı keserek veya bağış yoluyla ihtiyaç sahiplerine vekâleten kestirerek hem dini görevimizi yapıyoruz, hem de ailemizin kaynaşması, kültürümüzün yaşatılması için gayret gösteriyoruz.
İslami bir ibadet olan kurban geleneği, İslam öncesi kültürlerde de görülüyor.
Osmaniye’nin dünyaca ünlü ören yerlerinden Karatepe Açık Hava Müzesi’nin yazıtlarında Son Hitit Kralı Asativata dini inancını anlatırken “yılda bir öküz, ilk baharda ve sonbaharda birer koyun” kestiğini söylüyor.
“Adanalılar huzur içindeyken bu kaleyi kurdum,
Adını Asativata vurdum
Oraya Fırtına Tanrısı koydum.
Ona kurbanlar adadım;
Yılda bir öküz,
İlkbaharda ve güzün birer koyun.”
Yani, her yıl kurban bayramı geldiğinde hayvan severlerin bu kadim ibadetin aleyhine söz söylemesi ilmi ve ahlaki görülmüyor.
Allaha yaklaşmak için kurban kesmenin bizde sadece bir ritüel değil, geleneklerimize milli kültürümüze girmiş olduğunu görüyoruz.
Atasözlerimize, deyimlerimize giren “Kurban” kelimesi milli kültürümüzle tamamen bütünleşiyor.
Çocuklarımıza “Kurban” adını, “Bayram” adını vererek bu kültürü yaşıyor ve yaşatıyoruz.
Yeri geldiğinde kendimizi “Vatana, millete” kurban ediyoruz. Çanakkale Savaşı’na gönderdiğimiz Kınalı Hasan gibi kınalı kuzuların hikâyelerini dilden dile anlatıyoruz.
Evladımızı bayrağa kurban ettiğimiz örnekler görülüyor.
Hatta birbirimize “Kurban” diye hitap ederken sevdiğimize kendimizi kurban ediyoruz. “Kurban olayım” derken sevgimizi zirveye çıkarıyoruz.
Suskun olanlara, kendi halinde duranlara “Kurbanlık koyun gibi” diyoruz.
“Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum,
Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum” diyerek Akif gibi kükrüyor, içimizdeki volkanı dışa vuruyoruz.
Belki de en güzelini Adana tabiriyle ifade ediyor, coşkumuzda sınır tanımıyoruz. Son noktayı koyuyoruz. “Allahı’na kurban” diyoruz.
Müzelerimizde sergilenen eserler içinde arkeolojik eserler önemli bir yer tutuyor. Yani bu topraklarda yaşamış eski kavimlerin eserlerini Müzelerimizde sergiliyoruz.
Bizim halk kültürümüze ait eserlere etnografik eser, onların sergilendiği müzelere de “Etnografya Müzesi” diyoruz.
Kent Müzeleri ve Özel Müzeler de Etnografya Müzeleri içinde yer alıyor.
Etnografya müzelerini gezerken eski kurban geleneğimize dair eserler de dikkatimizi çekiyor.
Hatırlatayım!
Eskiden; kurbanlık koçsa ve besili ise, derisi evin yeni gelinine, Post olarak ayrılıyordu. “Post”, hem minder, hem de namazlık olarak kullanılıyordu.
Kurbanın derisi tulum olarak çıkarılıyor, buna da “Tulum çıkarmak” deniliyordu. Tulumlar; hem kavrulmuş kurban etlerinin kışlık olarak saklandığı malzeme, hem de yayık olarak kullanılıyordu.
Etnografya Müzelerinde pek çok örneklerini görüyoruz.
Kurban bayramlarımıza dair geleneklerimizi göreneklerimizi Müzelerden, sanal âlemden izlemek yerine yaşatmak için çaba göstermemiz gerekiyor.
Kurban bayramlarında ailemiz için büyük sofralar kurmayı ihmal etmememiz gerekiyor.
Bayram geleneklerimizi yaşatmak için gayret göstermemiz gerekiyor.
Bayramımız mübarek olsun!