Zamanın hudutsuzluğunda, insanoğlu hep cesaretle cehaleti birbirine karıştırıyor. Bu iki kelime bir ayrılığı beraberinde getirmiyor. Bana kalırsa en büyük tam, en büyük hata.
Cehalet var olmayan bir kapasitenin ürünüdür. Tam olarak bunun dışa vurumudur. Bu yüzden açık yüreklilikle söyleyebilirim ki; Gerçekten bilgiliysen, mutluysan, yaşayabiliyorsan, bir şekilde ayaktaysan, ama günün sonunda bunu sunacak cesaretin, vizyonun ve iş birliğin yoksa, işte o zaman Küçücük bir virgülün kapladığı alan kadarsın. Nokta gibi olmaya çalışan, ama ne kadar bırakılırsa bırakılsın, cümlenin hep devam ettiği o parçacık detayına dönüşürsün.
Cehalet tam da bu yüzden anlamak ya da bilmiyor olmak değil, bunların tümünden bağımsız olan bir inanç yapısı da değil. Aksine; senin bastırdığın ya da kanıtlamaya çaba gösterdiğin basık duyguların deforme olmuş bir şekilde gün yüzüne çıkıyor olmasıdır. Önünü göremiyor olduğunu idrak edemeden ilerlemeye çalıştığın yanılmanın bütünüdür. Belki de bu yüzden cesaretle cehaletin altın oranını kestiremiyor olmak zararın kendisini doğuruyor. Bu nokta da çok sevdiğim bir alıntıya yer vermeyi uygun buluyorum. Çok sevdiğim bir yazar olan Mehmet Mortaş der ki;
“Vicdan azabı değil, bilinç azabı çekiyorum.”
Cehalet ile cesaretin gölgesinde bilinç azabı ile düşünenlere sevgilerle...
Dönüşeceğiz...