Boş bir tuvalin karşısında durmak, insanın kendisiyle baş başa kalmasına benzer. İlk anda her şey mümkündür ama tam da bu yüzden zordur.
Çünkü sınırsızlık, özgürlük kadar sorumluluk da taşır. Henüz hiçbir şey yapılmamışken, yapılabilecek her şey zihnin içinde dolaşır.
Boşluk çoğu insanı tedirgin eder. Hayatta da böyle değil midir? Planlanmamış anlar, cevapsız sorular, belirsiz bekleyişler… Oysa boşluk bir eksiklik değil, bir alan sunar. Tuvalin beyazlığı, henüz kirlenmemiş bir ihtimaldir.
İlk çizgi her zaman en zor olanıdır. Çünkü o an, geri dönüşü olmayan bir eşiktir. Çizgi atıldıktan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. Tıpkı söylenen bir söz ya da alınan bir karar gibi. İnsan çoğu zaman bu yüzden bekler; yanlış yapmaktan çok, başlamaktan korkar.
Atölyede geçen uzun saatler bana şunu öğretti: Cesaret, mükemmel olmaktan değil; devam edebilmekten doğar. İlk çizgi kusurlu olabilir, hatta çoğu zaman öyledir. Ama o çizgi olmazsa, gerisi asla gelmez.
Boş tuval bana her seferinde aynı şeyi hatırlatır: Hayat da bize tertemiz alanlar sunmaz. Ama başladığımız yer ne olursa olsun, oradan bir anlam inşa etmek bizim sorumluluğumuzdur.
Belki de mesele doğru resmi yapmak değil, o boşluğun karşısında durabilmektir.