Tarihin karanlık sayfaları, belirsizlik ve çatışma ortamlarının hükümetler ve siyasi liderler için nasıl bir oy potansiyeli yarattığını defalarca göstermiştir. Ancak bu durum, toplumun geniş kesimleri için endişe, yoksulluk ve çaresizlikle eş anlamlıdır. Peki, bu kaotik atmosferden kimler fayda sağlıyor? Kimler bu belirsizlikten güç kazanıyor?
Görünen o ki, bu türden istikrarsız ortamlar, genellikle ülkenin gelir düzeyinin çok üzerindeki bir kesimi memnun ediyor. Bu kesim, çatışma ve huzursuzluk ortamından ekonomik veya siyasi çıkar sağlama potansiyeline sahip. Ancak, toplumun büyük çoğunluğu için bu durum, savaşın ve çatışmanın gölgesinde bir yaşam sürmek anlamına geliyor.
Örneğin, Filistin'de yaşanan durumu ele alalım. Yoksulluk içindeki birçok insan, hayatta kalabilmek için orduya katılıyor ya da daha iyi bir yaşam umuduyla yurt dışına işçi olarak çıkıyor. Ancak, siyasi liderlerin çocukları ve torunları, dünyanın öteki ucunda lüks içinde eğitim alabiliyor. İronik bir şekilde, Hamas liderinin oğlu ile İsrail Başbakanı Netanyahu'nun torunu aynı okulda eğitim görebiliyor ve bu durum, aralarındaki politik gerilimi hiçbir şekilde etkilemiyor.
Türkiye'de de benzer durumlar gözlemlenebilir. Örneğin, aynı mahallede hatta aynı apartmanda barış içinde yaşayan Ruslar ve Ukraynalılar, uluslararası politikanın bireyler üzerindeki etkisini en aza indirgeyebiliyor. Birbirini öldürmüyorlar. Alanya'da, İranlılar ve Iraklılar aynı apartmanda yan yana yaşayabiliyorlar. Bu, bize farklı kültürlerin ve milletlerin bir arada, barış içinde yaşayabileceğini gösteriyor.
Ne yazık ki, bazen kendi ön yargılarımız gerçekleri görmemizi engelliyor ve bu durumlar bizim farkındalığımızı perdeleyebiliyor. Toplum olarak, çatışma ve belirsizlik ortamlarının yarattığı bu "görünmez duvarları" aşmalı ve birbirimizin acılarına duyarlı olmalıyız.
Sonuç olarak, belirsizlik ve çatışma ortamı, belki de yönetici kesime oy kazandırabilirken, genel nüfus için acı ve gözyaşı anlamına geliyor. Bu durum, sıklıkla göz ardı edilen bir gerçek olabilir. Ancak, eğer toplumlar birbirlerinin acılarını anlamaz ve empati kurmazsa, bu çatışma döngüsü asla sona ermeyecek. Bu kısır döngüyü kırmanın sürdürülebilir bir dünya yaratmanın anahtarı ise önce “Barış” kelimesini çok daha fazla telaffuz etmekten geçiyor.